Kur’ân-ı kerîmin elli ikinci sûresi.
Tûr sûresi Mekke’de nâzil oldu (indi). İsmini birinci âyette geçen Tûr kelimesinden alır.
Kırk dokuz âyet-i kerîmedir. Sûrede; kıyâmetin kopması sırasında olacak bâzı olağan üstü hâdiseler, inkarcıların Cehennem’e atılacağı, takvâ sâhibi (Allahü teâlâdan korkup, haramlardan, dinde yasaklanan şeylerden sakınan) mü’minlerin âhirette kavuşacakları mükâfâtlar, Kur’ân-ı kerîmin Allahü teâlânın kelâmı olduğu, cenâb-ı Hakk’ın varlığı, birliği ve kudretinin sonsuzluğu bildirilmektedir. (Râzî, Kurtubî)
Tûr sûresinde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlânın azâb yapacağı gün elbette gelecektir. Onu kimse önleyemez. (Âyet: 7) Şüphesiz ki takvâ sâhipleri cennetler (ve) nîmetler içindedirler. Rablerinin kendilerine verdiği şeylerle zevk duyarak… Rableri, onları Cehennem azâbından korumuştur. (Şöyle denilir: İyi) amel (ve hareket) etmiş olduğunuz için âfiyetle yiyip için. Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslananlar olarak… Biz onlara şâhin gözlü hûrîleri eş yaptık. Îmân edip de zürriyetleri de îmân ile kendilerine tâbi olanlar yok mu? Biz onların nesillerini de kendilerine kattık. (Birlikte Cennet’e koyduk). Kendilerinin amelinden bir şey de eksiltmedik. Herkes kazancı mukâbilinde bir rehindir. Onlara canlarının istiyeceği, meyveleri, etleri de bol bol verdik. (Âyet: 17-22)
Kim Tûr sûresini okursa, Allahü teâlânın onu azâbından emîn kılması ve Cennet’te nîmetlendirmesi hak olur. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)