a) Allah İnancı

    Kainatı yaratan, idare eden, kendisine ibadet edilen tek ve en yüce varlık olan Allah’a iman, iman esaslarının birincisi ve temelidir. Bütün ilahi dinlerde Allah’ın varlığı ve birliği (tevhid) en önemli inanç esası olmuştur. Çünkü bütün inanç esasları Allah’a imana ve O’nun birliği esasına dayanmaktadır.



    “Allah” kelimesinin, kendisine ibadet edilen yüce varlığın özel ismi olduğunu kabul eden bütün İslam alimleri konu ile ilgili açıklamaları sırasında O’nu şöyle tanımlamışlardır: “Allah, varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere layık bulunan yüce varlığın adıdır”. Tanımdaki “varlığı zorunlu olan” kaydı, Allah’ın yokluğunun düşünülemeyeceğini, var olmak için başka bir varlığın O’nu var etmesine ve desteğine muhtaç olmadığını, dolayısıyla O’nun, evrenin yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu ifade etmektedir. “Bütün övgülere layık bulunan” kaydı ise, yetkinlik ve aşkınlık ifade eden isim ve sıfatlarla nitelendiğini anlatmaktadır. Allah kelimesi, İslami metinlerde, gerçek mabudun (ibadet edilen varlığın) ve tek yaratıcının özel ismi olarak kullanılagelmiştir. Bu sebeple O’ndan başka bir varlığa ad olarak verilmemiş, gerek Arapça’da, gerekse bu lafzı kullanan diğer müslüman milletlerin dillerinde herhangi bir çoğul şekli de oluşmamıştır.

    Allah’a iman, Allah’ın var ve bir olduğuna, bütün üstünlük sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır. Bir başka deyişle Allah hakkında vacip (zorunlu, gerekli), caiz ve imkansız sıfatları bilip öylece kabul etmektir.

    Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Allah’a inanmak, ergenlik çağına gelmiş ve akıllı her insanın ilk ve asli sorumluluğudur. İlahi dinlerin kesintiye uğradığı dönemlerde yaşamış olan veya hiçbir dinden haberi olmayan kimseler de bir Allah inancına sahip olmakla yükümlüdürler. Çünkü insan yaratılıştan getirdiği mutlak ve üstün güce inanma duygusu ile evrendeki akıllara durgunluk veren düzeni gördükten sonra bu düzeni sağlayan bir ve eşsiz yaratıcının varlığı inancına kolaylıkla ulaşır. “…Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi vardır?…” (İbrahim 13/10) mealindeki ayet bu gerçeği dile getirmektedir.

    b) Allah’ın Varlığı ve Birliği

    Allah inancı insanda fıtri (yaratılıştan) olduğu için, normal şartlarda çevreden olumsuz bir şekilde etkilenmemiş bir kişinin Allah’ın varlığını ve birliğini kabullenmesi gerekir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala’dan bahseden ayetlerin çoğu, O’nun sıfatlarını konu edinmiştir. Bu ayetlerde özellikle tevhid inancı üzerinde durularak Allah’ın ortağı ve benzeri olmadığı ısrarla vurgulanmıştır. Allah’ın var oluşu konusu, Kur’an’da insan için bilinmesi tabii, zorunlu ve apaçık bir gerçek olarak kabul edilmiştir. Selim yaratılışı bozulmamış insanın normal olarak yaratanını tanıyacağı belirtilmiştir.

    Ancak her toplumda çeşitli sebeplerle inanmayanlar veya şüphede olanlar bulunabilecektir. İşte böyleleri için Allah’ın varlığının ispat edilmesi önem arzetmektedir. Bu da öncelikle Allah’ın varlığının ve birliğinin delillerinin öğrenilmesi ile mümkün olur.

    İslam akaidine göre Allah birdir ve tektir. Bu bir oluş, sayı yönüyle bir “bir”lik değildir. Çünkü sayı bölünebilir ve katlanabilir. Allah böyle olmaktan yücedir. O’nun bir oluşu, zatında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde, rab oluşunda ve hakimiyetinde eşi ve benzeri olmayışı yönündendir. İhlas suresinde Allah’ın bir olduğu, hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğurmadığı ve doğurulmadığı, O’nun hiçbir denginin bulunmadığı ifade edilirken, Kafirun suresinde de ibadetin ancak Allah’a yapılacağı, Hz. Peygamber’in, kafirlerin taptıklarına önceden tapmadığı gibi, sonra da tapmayacağı ısrarla vurgulanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in pek çok suresinde Allah’ın birliğini, eşi ve benzerinin bulunmadığını vurgulayan pek çok ayet vardır: “Allah evlat edinmemiştir. O’nunla beraber hiçbir Tanrı da yoktur. Aksi takdirde her Tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve onlardan biri mutlaka diğerine üstünlük sağlardı. Allah onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir” (elMü’minun 23/91), “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti…” (el-Enbiya 21/22). Evrendeki düzen Allah’ın birliğinin en açık delilidir.

    Mekke’de nazil olan Kur’an ayetlerinin birçoğu doğrudan tevhidi telkin etmekte, bir kısmı da şirki reddetmektedir. Allah’ı yegane ilah, Rab ve otorite olarak tanımak, birliğini ikrar etmek, her çeşit ortaktan uzak olduğuna inanmakla gerçekleşen tevhid, İslam dininin en önemli özelliğidir. İslam, bu özelliğiyle hem Cahiliye putperestliğinden, hem Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerin sonradan bozulmaya uğramış şekillerinden, hem de Mecusilik’ten ayrılır.

    c) Allah’ın Varlığının Delilleri

    Bir kısım İslam bilginine göre insandaki Allah inancı, zorunlu ve yaratılıştan olduğu için Allah’ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, mantıki ve akli deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış her insan Allah’ın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Bu yoldaki deliller sadece insanı uyarmak, içindeki zorunlu bilgiyi ve şuuru geliştirmek içindir. Mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu onun tabiatında gizlenmiştir. Bu özelliği bozulmadıkça da yaratılışının gereği gerçekleşecektir. İşte insan da böyledir. O, sadece iç ve dış dünyada Allah’ın varlığını ispat eden şeylere bakarak Allah’ın varlığını bunlardan anlayabilecek özellikte yaratılmıştır. Ayrıca insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah’ın varlığının açık bir delilidir.

    İslam bilginlerinin çoğuna göre insan, öz benliğinde ve dış dünyada Allah’ın varlığını gösteren birtakım deliller üzerinde durup düşünerek Allah’ın varlığına ulaşmak durumundadır. “O’nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder” (el-En‘am 6/103) mealindeki ayet, Allah’ın duyularla doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini bildirir. Fakat duyular, Allah’ı tanıyacak olan akla, gönüle ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir, evrenin ahenk ve düzenidir. Bunlar Allah’ın varlığını gösteren belirtiler, izler ve delillerdir. İnsan, aklı ile bu belirti, iz ve delillerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bu bir ayette şöyle dile getirilir: “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun…” (Fussılet 41/53; ayrıca bk. elMü’minun 23/12-14; el-Furkan 25/47; er-Rum 30/20-22; Yasin 36/37-40; Kaf 50/6-10).

    Allah’ın varlığına delalet eden ve insanı bu konuda düşünmeye ve iman etmeye çağıran Kur’an ayetlerini ve hadisleri dikkatlice inceleyip hem de dış dünyayı ve insanın yaratılışını gözlemleyen alimler, Allah’ın varlığını ispatlamak için insanın fıtraten Allah inancına sahip oluşu (fıtrat delili), alemin ve alemdeki varlıkların sonradan yaratılmış olup bir yaratıcıya muhtaç olduğu (hudus delili), mümkin bir varlık olan alemin var olması için bir sebebe ihtiyaç olduğu (imkan delili), tabiatın büyük bir ahenge ve şaşmaz bir düzene sahip olup bunun bir yaratıcının eseri olmasının gerektiği (nizam delili) gibi bazı deliller ortaya koymuşlardır.

    d) Allah’ın İsim ve Sıfatları

    Müminin Allah’ı tanıması amacıyla ilahi zatı nitelendiren kavramlara isim veya sıfat denilir. Hay (diri), alim (bilen), halik (yaratan) gibi dil açısından sıfat kalıbında olan kelimeler isim kabul edilirken, bunların masdarlarını oluşturan ve Allah’ın zatına nisbet edilen kavramlar sıfat olarak değerlendirilir.

    1. “Allah” Özel İsmi

    Kendisine ibadet edilen yüce varlığın özel ismidir. Özel isimler diğer dillere tercüme edilemezler. Hatta Arapça olan bir başka kelimenin onun yerini tutması da mümkün değildir. Bu sebeple bilginler ister Arapça olsun, ister diğer herhangi bir dilden olsun, başka bir kelimenin “Allah” isminin yerini tutamayacağı konusunda fikir birliği içindedirler. Ancak Kur’an’da, Allah kelimesinin işaret ettiği zat için ilah, mevla, rab gibi isimler de kullanılmıştır. Bu sebeple Farsça’daki Hüda ve Yezdan, Türkçe’deki Tanrı ve Çalab… gibi isimler her ne kadar Allah özel isminin yerine geçmezse de ilah, mevla, rab gibi ayet ve hadislerde geçen Allah’ın diğer isimlerinin yerine kullanılabilir.

    2. İsm-i A‘zam

    Bu tamlama, sözlükte “en büyük isim” anlamına gelmektedir. Terim olarak Allah’ın en güzel isimleri içerisinde yer alan bazı isimleri için kullanılmıştır.

    Bir grup İslam alimi, Allah’ın isimlerinin hepsinin eşit derecede büyük ve üstün olduğunu söylemiş, birini diğerlerinden ayırmamışlardır. Bir grup ise hadisleri göz önünde bulundurarak, bazı isimlerin diğerlerinden daha büyük ve faziletli olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde ism-i a‘zamdan bahsedilmekte, bu isimle dua edildiği zaman, duanın mutlaka kabul edileceği bildirilmektedir (bk. Ebu Davud, “Vitr”, 23; Tirmizi, “Da‘avat”, 64, 65, 100; Nesai, “Sehv”, 58; İbn Mace, “Dua”, 9, 10). Fakat Allah’ın en büyük isminin hangisi olduğunu kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Çünkü bu hadislerin bir kısmında Allah ismi, bir kısmında ise rahman, rahim (esirgeyen, bağışlayan), el-hayyü’l-kayyum (diri ve her şeyi ayakta tutan), zü’l-celali ve’l-ikram (ululuk ve ikram sahibi) isimleri Allah’ın en büyük ismi olarak belirtilmektedir.

    3. Esma-i Hüsna

    İsmin çoğulu olan esma kelimesi ile, “en güzel” anlamındaki hüsna kelimesinin oluşturduğu bir sıfat tamlaması olan esma-i hüsna (el-esmaü’lhüsna), yüce Allah’ın bütün isimleri için kullanılan bir terimdir.

    “Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur” (Taha 20/8), “…En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir, hikmet sahibidir” (el-Haşr 52/24) mealindeki ayetlerde de ifade edildiği gibi en güzel isimler Allah’a mahsustur. Çünkü bütün kemal ve yetkinliklerin sahibi O’dur. O’nun isimleri en yüce ve mutlak üstünlük ifade eden kutsal kavramlardır. Allah’ın isimlerine esma-i ilahiyye de denilir.
    Allah Teala’nın Kur’an’da ve sahih hadislerde geçen pek çok ismi vardır. Kul bu isimleri öğrenerek Allah’ı tanır, O’nu sever ve gerçek kul olur. Kur’an’da “En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin…” (el-A‘raf 7/180) buyurularak, esma-i hüsna ile dua ve niyazda bulunulması emredilmiştir. Esma-i hüsnanın birden fazla olması, işaret ettiği zatın birden çok olmasını gerektirmez, bütün isimler o tek zata delalet ederler: “De ki: İster Allah deyin, ister rahman deyin, hangisini deseniz olur…” (el-İsra 17/110).
    Hz. Peygamber bir hadislerinde, yüce Allah’ın 99 isminin bulunduğunu, bu isimleri sayan ve ezberleyen kimselerin cennete gireceğini haber vermiştir (Buhari, “Da‘avat”, 68; “Tevhid”, 12; Müslim, “Zikr”, 2; Tirmizi, “Da‘avat”,
    82). Hadislerde geçen “saymak” (ihsa) ve “ezberlemek” (hıfz) ile maksat Allah’ı güzel isimleriyle tanımak ve O’na iman, ibadet ve itat etmektir. Allah’ın isim ve sıfatları 99 isimden ibaret değildir. Allah’ın ayet ve hadislerde geçen başka isimleri de vardır. Hadiste 99 sayısının zikredilmesi, sınırlama anlamına değil, bu isimlerin Allah’ın en meşhur isimleri olması sebebiyledir. Tirmizi ve İbn Mace’nin rivayet ettikleri bir hadiste bu doksan dokuz isim tek tek sayılmıştır (Tirmizi, “Da‘avat”, 82; İbn Mace, “Dua”, 10). Bu isimler şunlardır:

    Allah, Rahman (esirgeyen), Rahim (bağışlayan), Melik (buyrukları tutulan), Kuddus (noksanlıklardan arınmış), Selam (yaratıklarını selamette kılan), Mü’min (inananları güvenlikte kılan), Müheymin (hükmü altına alan), Aziz (ulu, galip), Cebbar (dilediğini zorla yaptırma gücüne sahip olan), Mütekebbir (yegane büyük), Halik (yaratıcı), Bari (eksiksiz yaratan), Musavvir (her şeye şekil veren), Gaffar (günahları örtücü, mağfireti bol), Kahhar (isyankarları kahreden), Vehhab (karşılıksız veren), Rezzak (rızıklandıran), Fettah (hayır kapılarını açan), Alim (her şeyi bilen), Kabız (ruhları kabzeden, can alan), Basıt (rızkı genişleten, ömürleri uzatan), Hafıd (kafirleri alçaltan), Rafi‘ (müminleri yükselten), Muiz (yücelten, aziz kılan), Müzil (değersiz kılan), Semi‘ (işiten), Basir (gören), Hakem (hükmedici, iyiyi kötüden ayırt edici), Adl (adaletli), Latif (kullarına lutfeden), Habir (her şeyden haberdar), Halim (yumuşaklık sahibi), Azim (azametli olan), Gafur (çok affedici), Şekur (az amele bile çok sevap veren), Ali (yüce, yüceltici), Kebir (büyük), Hafiz (koruyucu), Muhit (kuşatan), Rezzak (rızıklarını yaratıcı), Hasib (hesaba çeken), Celil (yücelik sıfatları bulunan), Kerim (çok cömert), Rakýb (gözeten), Mücib (duaları kabul eden), Vasi‘ (ilmi ve rahmeti geniş), Hakim (hikmet sahibi), Vedud (müminleri seven), Mecid (şerefi yüksek), Bais (öldükten sonra dirilten ve peygamber gönderen), Şehid (her şeye şahit olan), Hak (hakkın kendisi), Vekil (kulların işlerini yerine getiren), Kavi (güçlü, kuvvetli), Metin (güçlü, kudretli), Veli (müminlere dost ve yardımcı), Hamid (övgüye layık), Muhsi (her şeyi sayan, bilen), Mübdi (her şeyi yokluktan çıkaran), Muid (öldürüp yeniden dirilten), Muhyi (hayat veren, dirilten), Mümit (öldüren), Hay (diri), Kayyum (her şeyi ayakta tutan), Vacid (istediğini istediği anda bulan), Macid (şanı yüce ve keremi çok), Vahid (bir), Samed (muhtaç olmayan), Kadir (kudret sahibi), Muktedir (her şeye gücü yeten), Mukaddim (istediğini öne alan), Muahhir (geri bırakan), Evvel (başlangıcı olmayan), Ahir (sonu olmayan), Zahir (varlığı açık olan), Batın (zat ve mahiyeti gizli olan), Vali (sahip), Müteali (noksanlıklardan yüce), Ber (iyiliği çok), Tevvab (tövbeleri kabul edici), Müntakim (asilerden intikam alan), Afüv (affedici), Rauf (şefkati çok), Malikü’l-mülk (mülkün gerçek sahibi), Zü’l-celali ve’l-ikram (ululuk ve ikram sahibi), Muksit (adaletli), Cami‘ (birbirine zıt şeyleri bir araya getirebilen), Gani (zengin, kimseye muhtaç olmayan), Muğni (dilediğini muhtaç olmaktan kurtaran), Mani‘ (istediği şeylere engel olan), Zar (dilediğini zarara sokan), Nafi‘ (dilediğine fayda veren), Nur (aydınlatan), Hadi (hidayete erdiren), Bedi‘ (çok güzel yaratan), Baký (varlığı sürekli olan), Varis (mülkün gerçek sahibi), Reşid (yol gösterici), Sabur (çok sabırlı).

    Allah’ın isimleri konusundaki temel dayanak vahiy olduğu için, bu isimler insanlar tarafından değiştirilemez. Ayet ve hadisler Allah’ı nasıl isimlendirmiş ise öyle isimlendirmek gerekir.

    4. Allah’ın Sıfatları

    Allah Teala’ya iman etmek demek, O’nun yüce varlığı hakkında vacip ve zorunlu olan kemal ve yetkinlik sıfatlarıyla, caiz sıfatları bilip, öylece inanmak, zatını noksan sıfatlardan yüce ve uzak tutmaktır. Allah, şanına layık olan bütün kemal sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan münezzehtir.

    Allah Teala’nın sıfatlarının hepsi ezeli ve ebedi sıfatlardır. O’nun sıfatlarının başlangıcı ve sonu yoktur. Allah’ın sıfatları, yaratıkların sıfatlarına benzemez. Her ne kadar isimlendirmede bir benzerlik varsa da Allah’ın ilmi, iradesi, hayatı, kelamı; bizim, ilim, irade, hayat ve kelamımıza benzemez. Biz, Allah’ın zatını ve mahiyetini bilemediğimiz ve kavrayamadığımız için O’nu isim ve sıfatlarıyla tanırız. Kur’an-ı Kerim “Onu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır” (el-En‘am 6/103) buyurarak, Allah’ın zatını idrak etmenin, mahiyetini bilmenin imkansız olduğunu açıklamıştır. Hz. Peygamber de bu konuda şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yaratıkları hakkında düşününüz. Fakat Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz. Gerçekten siz buna hiç güç yetiremezsiniz” (Süyuti, el-Cami‘u’s-sag¢r, I, 132; Acluni, Keşfü’l-hafa, I, 311).

    Yüce Allah’ın varlığı zorunlu ve vacip olan sıfatları iki gruba ayrılır: Zati sıfatlar, sübuti sıfatlar.

    aa) Zati Sıfatlar

    Sadece Allah Teala’nın zatına mahsus olan, yaratıklarından herhangi birine verilmesi caiz ve mümkün olmayan sıfatlardır. Zat sıfatların zıtları Allah hakkında düşünülemediği, bu sebeple noksanlık, sonluluk ve eksiklik ifade eden bu özelliklerden O’nun tenzih edilmesi gerektiğinden bu sıfatlara tenzihi sıfatlar ve selbi sıfatlar da denilmiştir. Zati sıfatlar şunlardır:

    1. Vücud. “Var olmak” demektir. Allah vardır, varlığı başkasından değil, zatının gereğidir, varlığı zorunludur. Vücudun zıddı olan yokluk Allah hakkında düşünülemez.

    2. Kıdem. “Ezeli olmak, başlangıcı olmamak” demektir. Hiçbir zaman düşünülemez ki, bu zamanda Allah henüz var olmamış olsun. Çünkü zaman denilen şeyi de O yaratmıştır. Ne kadar geriye gidersek gidelim O’nun var olmadığı bir zaman düşünülemez, bulunamaz. Allah sonradan meydana gelmiş varlık değildir. Ezeli (kadim) varlıktır. Kıdem sıfatının zıddı olan sonradan olma (hudus) Allah hakkında düşünülemez.

    3. Beka. “Varlığının sonu olmamak, ebedi olmak” demektir. Allah’ın sonu yoktur. Ezeli olanın ebedi olması da zorunludur. Bekanın zıddı olan sonu olmak (fena) Allah hakkında düşünülemez. Ne kadar ileriye gidilirse gidilsin, Allah’ın olmayacağı bir an düşünülemez. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın ezeli ve ebedi oluşu hakkında şöyle buyurulur: “O, ilktir, sondur…” (el-Hadid 57/3), “…Allah’ın zatından başka her şey yok olucudur…” (el-Kasas 28/88).

    4. Muhalefetün li’l-havadis. “Sonradan olan şeylere benzememek” demektir. Allah’tan başka her varlık sonradan olmuştur. Allah, sonradan olan şeylerin hiçbirisine hiçbir yönden benzemez. Allah, kendisi hakkında bizim hatıra getirdiklerimizin de ötesinde bir varlıktır. Bu sıfatın zıddı olan, sonradan olana benzemek ve denklik (müşabehet ve mümaselet) Allah hakkında düşünülemez. Kur’an’da şöyle buyurulur: “…O’nun (benzeri olmak şöyle dursun) benzeri gibisi (dahi) yoktur…” (eş-Şura 42/11).

    5. Vahdaniyyet. “Allah Teala’nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması” demektir. Vahdaniyyetin zıddı olan birden fazla olmak (taaddüd), eşi ve ortağı bulunmak (şirk), Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan sıfatlardandır. İslam’a göre Allah’tan başka ilah, yaratıcı, tapılacak, sığınılacak, hüküm ve otorite sahibi bir başka varlık yoktur. İhlas ve Kafirun sureleri ile Kur’an’ın pek çok ayeti Allah’ın tek ve eşsizliğini ortaya koyarken, şirki reddeder (bk. el-Enbiya 21/22; el-İsra 17/42; ez-Zümer 39/4).

    6. Kıyam bi-nefsihi. “Varlığı kendiliğinden olmak, var olmak için bir başka varlığa ihtiyaç duymamak” demektir. Allah kendiliğinden vardır. Var olmak için bir yaratıcıya, bir yere, bir zamana, bir sebebe muhtaç değildir. Başkasına muhtaç olmak (kıyam bi-gayrihi), Allah hakkında düşünülemez. Kur’an-ı Kerim’de bu sıfatla ilgili olarak şöyle buyurulur: “De ki: O Allah birdir. O, sameddir (başkasına ihtiyaç duymayandır)…” (el-İhlas 112/1-2), “Ey insanlar, Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O’dur” (el-Fatır 35/15).

    bb) Sübuti Sıfatlar

    Varlığı zorunlu olan ve kemal ifade eden sıfatlardır. Bu sıfatlar “Allah diridir, irade edendir, güç yetirendir…, hayat, irade ve kudret… sıfatları vardır” gibi müsbet (olumlu) ifadelerle Allah’ı tanıttığı için sübuti sıfatlar adını almışlardır. Sübuti sıfatların zıtları olan özellikler Allah hakkında düşünülemez. Bu sıfatlar ezeli ve ebedi olup, yaratıkların sıfatları gibi sonradan meydana gelmiş değildir. İster hay (diri), alim (bilen), kadir (güç sahibi) gibi dil kuralları açısından sıfat kelimeler olsun, ister hayat, ilim, kudret gibi masdar kalıbındaki kelimeler olsun bütün sübuti sıfatlar Allah’a verilebilir. İsimlendirmede bir benzerlik olsa da sübuti sıfatlar hiçbir şekilde yaratıkların sıfatlarına benzememektedir. Çünkü Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi… sonsuz, mutlak, ezeli ve ebedidir, kemal ve yetkinlik ifade eder. Kullarınki ise sonlu, kayıtlı, sınırlı, sonradan yaratılmış, eksik ve yetersiz sıfatlardır. Sübuti sıfatlar sekiz tanedir.

    1. Hayat. “Diri ve canlı olmak” demektir. Yüce Allah diridir ve canlıdır. Her şeye, kuru ve ölü toprağa can veren O’dur. Ezeli ve ebedi bir hayata sahiptir. Hayat sıfatının zıddı olan “ölü olmak” (memat) Allah hakkında düşünülemez. Kur’an’da bu sıfatla ilgili olarak şöyle buyurulur: “Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan…” (el-Furkan 25/58), “(Artık bütün) yüzler, diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür…” (Taha 20/111).

    2. İlim. “Bilmek” demektir. Allah her şeyi bilendir. Olmuşu, olanı, olacağı, gelmişi, geçmişi, gizliyi, açığı bilir. Allah’ın bilgisi yaratıkların bilgisine benzemez, artmaz, eksilmez. O, her şeyi ezeli ilmiyle bilir. Allah, her şeyi olacağı için bilir. Yoksa her şey Allah bildiği için olmaz. Alemde görülen bu güzel düzen, tertip ve şaşmaz ahenk, onun yaratıcısının engin ve sonsuz ilminin en büyük göstergesidir. İlim sıfatının zıddı olan cehl (bilgisizlik), Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan bir sıfattır. İlim sıfatı ile ilgili ayetlerden ikisinde şöyle buyurulur: “O karada ve denizde ne varsa bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez…” (el-En‘am 6/59), “Göklerde ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmüyor musun?…” (el-Mücadele 58/7).

    3. Semi‘. “İşitmek” demektir. Allah işiticidir. Gizli, açık, fısıltı halinde, yavaş sesle veya yüksek sesle ne söylenirse Allah işitir, duyar. Bir şeyi duyması, o anda ikinci bir şeyi işitmesine engel değildir. İşitmemek ve sağırlık Allah hakkında düşünülemez.

    4. Basar. “Görmek” demektir. Yüce Allah her şeyi görücüdür. Hiçbir şey Allah’ın görmesinden gizli kalmaz. Saklı, açık, aydınlık, karanlık ne varsa Allah görür. Görmemek (amalık) Allah hakkında düşünülemez. Allah’ın işitici ve görücü olduğuna dair pek çok ayet vardır. Bunlardan birinde şöyle buyrulur: “(Allah) gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir. Allah adaletle hükmeder. O’nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işiten ve görendir” (el-Mü’min 40/19-20).

    5. İrade. “Dilemek” demektir. Allah dileyicidir. Allah varlıkların konumlarını, durumlarını ve özelliklerini belirleyen varlıktır. Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz. İrade sıfatının zıddı olan iradesizlik ve zorunda olmak (icab bi’zzat) Allah hakkında düşünülemez. Meşiet de irade anlamına gelen bir kelimedir. Kur’an’daki “De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allahım, sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın…” (Al-i İmran 3/26), “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır…” (eş-Şura 42/49) ayetleri irade sıfatının nakli delillerindendir.

    Allah Teala’nın iki türlü iradesi vardır:

    Tekvini İrade. Tekvini (yapma, yaratma ile ilgili) irade; bütün yaratıkları kapsamaktadır. Bu irade, hangi şeye yönelik gerçekleşirse, o şey derhal meydana gelir. “Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece “ol” dememizdir. Hemen oluverir” (en-Nahl 16/40) anlamındaki ayette belirtilen irade bu çeşit bir iradedir.

    Teşrii İrade. Teşrii (yasama ile ilgili) iradeye dini irade de denir. Yüce Allah’ın bir şeyi sevmesi ve ondan hoşnut olması, onu emretmesi demektir. Allah’ın bu manadaki bir irade ile bir şeyi dilemiş olması, o şeyin meydana gelmesini gerekli kılmaz. “Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emrediyor (irade ediyor)…” (en-Nahl 16/90) mealindeki ayetteki irade bu çeşit bir iradedir. Tekvini irade hayra da şerre de, iyiliğe de kötülüğe de yönelik olarak gerçekleştiği halde teşrii irade, sadece hayra ve iyiliğe yönelik olarak gerçekleşir. Allah, hayrı da şerri de irade edip yaratır. Ancak O’nun şerre rızası yoktur, şerri emretmez ve şerden hoşlanmaz.

    6. Kudret. “Gücü yetmek” demektir. Allah sonsuz bir güç ve kudret sahibidir. Kudret sıfatının zıddı olan acizlik ve güç yetirememek (acz), Allah hakkında düşünülemez. O’nun kudretinin yetişemeyeceği hiçbir şey yoktur. Kainatta her şey Allah’ın güç ve kudretiyle olmaktadır. Yıldızlar, galaksiler, bütün uzay, canlı-cansız tüm varlıklar Allah’ın kudretinin açık delilidir. Kur’an’da Allah’ın kudreti ile ilgili olarak şöyle buyurulur: “Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır. Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Şüphesiz Allah her şeye kådirdir” (en-Nur 24/44-45).

    7. Kelam. “Söylemek ve konuşmak” demektir. Allah bu sıfatı ile peygamberlerine kitaplar indirmiş, bazı peygamberler ile de konuşmuştur. Ezeli olan kelam sıfatının mahiyeti bizce bilinemez. Ses ve harflerden meydana gelmemiştir. Kelamın zıddı olan konuşmamak ve dilsizlik, Allah hakkında düşünülemez. Allah kelam sıfatıyla emreder, yasaklar ve haber verir. Bu sıfatla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyurulur: “Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tur’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca Rabbim, bana (kendini) göster, seni göreyim dedi…” (el-A‘raf 7/143), “De ki: Rabbimin sözlerini (yazmak) için bütün denizler mürekkep olsa ve bir o kadar daha ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir” (el-Kehf 18/109).

    8. Tekvin. “Yaratmak, yok olanı yokluktan varlığa çıkarmak” demektir. Yüce Allah yegane yaratıcıdır. O, ezeli ilmiyle bilip dilediği her şeyi sonsuz güç ve kudretiyle yaratmıştır. Yaratmak, rızık vermek, diriltmek, öldürmek, nimet vermek, azap etmek ve şekil vermek tekvin sıfatının sonuçlarıdır. Bir ayette “Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir” (ez-Zümer 39/62) buyurulmuştur.