Mubah kelimesi sözlükte “açığa çıkan, açıklanan, serbest bırakılan şey” demektir. Dini bir terim olarak ise, bu sözlük anlamıyla bağlantılı olarak, şariin mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiilleri ifade eder. Helal, caiz, mutlak gibi terimler de, genelde aynı manada kullanılır ve mükellefin yapması veya terketmesi halinde herhangi bir övgü yahut kınamayı gerektirmeyen davranışlarını belirtir. Bununla birlikte aralarında bazı cüz’i anlam farklılıkları bulunduğu için mubah teriminin yanı sıra caiz ve helal terimleri üzerinde de ayrıca durmak gerekir.

    Fıkıh usulünde şer‘i-teklifi hüküm beş kategoride ele alınır. Bunlardan vacip ve mendup yapılması gerekenleri, haram ve mekruh ise yapılmaması gerekenleri ifade eder. Mubah ise iki gruba da dahil olmayıp yapılması veya terkedilmesi yönünde herhangi bir şer‘i-dini yükümlülüğün bulunmadığı fiil ve konumu ifade eder. Bazı usulcüler mubahı, şariin yapılmasına izin verdiği fiiller olarak da tarif ederler.



    Bir fiilin mubah olduğu; şariin o şeyin helal ve mubah olduğunu bildirmesiyle (mesela bk. Bakara 2/187, Maide 5/5), işlenmesi halinde bir vebal ve günahın, dini bir sakıncanın bulunmadığını ifade etmesiyle (mesela bk. elBakara 2/173, 235) veya herhangi bir yasaktan sonra gelen emirle (mesela bk. el-Maide 5/2, el-Cuma 62/10) bilinebileceği gibi, o konuda hiçbir dini yasaklama ve kısıtlamanın bulunmamasıyla da kendiliğinden sabit olur; usulcüler birincisine şer‘i mubah, ikincisine ise akli mubah adını verirler. Akli mubah, beraat-i asliyye veya istishabü’l-asl terimleriyle de açıklanır. Bu da bir fiilin dini-şer‘i hükmü konusunda herhangi bir açıklama yoksa, “Eşyada kural olan mubah olmasıdır” ilkesi gereğince o fiilin mubah olduğuna hüküm verilmesini ifade eder. Kur’an’da değişik vesilelerle zikredilen “evleniniz, yiyiniz, içiniz, gezip dolaşınız” gibi emirler, esasen helal ve mubah olan bu fiillerin mubah oluşunu desteklemek veya açıklamaktan çok bu mubah fiillerin işlenmesinde dikkat edilecek kayıt ve şartları, hikmet ve amaçları açıklamaya yöneliktir. Bu itibarla, bu son grup fiilleri de yine akli mubah kavramı içinde düşünmek gerekir. İbadetler naslara dayanmak durumunda olduğu için “ibadet alanında akli mubahlık” geçerli değildir; yani şariin naslarla belirlediği ibadetler dışında ibadet çeşidi icat edilemez, yapılamaz.

    Mubahın hükmü, yapılıp yapılmamasının dinen eşit değer hükmünde olması, yapılmasında da yapılmamasında da sevap ve günahın olmamasıdır. Bununla birlikte mubahın iyi niyetle ve ibadet kastıyla işlenmesi halinde failin ecir ve sevap kazanacağı da ifade edilir. Bir kimsenin cihada hazırlık amacıyla spor ve beden eğitimi yapması buna örnek gösterilir. Öte yandan, bir fiilin kural olarak mubah olması, o fiilin sürekli ve ölçüsüz şekilde işlenmesi veya terkedilmesinin de mubah olduğu anlamına gelmez. Kişinin dilediği zamanda istediği yemek çeşitlerinden yemesi mubah olmakla birlikte bu konuda ölçüsüz davranırsa, mesela aşırı beslenir veya açlık grevi yaparsa artık bu fiil mubah olmaktan çıkıp duruma göre mekruh, haram gibi dini hükümler alır. Bu yüzden de bazı usulcüler mubah fiillerin, cüz’iye nisbetle bu hükmü taşısa bile, külliye nisbetle ya yapılması ya da terkedilmesi gereken bir fiil olduğunu belirtirler. Aynı anlayışın devamı olarak, temiz ve mubah olan şeyleri tamamen terketmenin mekruh ve bazan haram, bunlardan kişinin makul ve meşru ölçüler içinde yararlanmasının genel hükmünün mendup, onlardan bazılarını bazan yapıp bazan yapmamasının özel (cüz’i) hükmünün ise mubah olduğu ifade edilmiştir. Oyun ve eğlence, gezip dolaşma ve dinlenme esasen ve tek tek ele alındığında mubah davranışlar olduğu halde bunları devamlı bir adet ve alışkanlık haline getirip hayatın diğer ödevlerini aksatacak şekilde ölçüsüz ve aşırı davranma mekruh veya haram görülmüştür. Aynı şekilde karıkoca arası cinsel ilişki kaideten mubah olduğu halde bunun devamlı ve kasten terkedilmesi, taraflara veya taraflardan en az birine açık bir zarar vereceği ve evliliğin önemli bir amacını yok edeceği için haram sayılmıştır. Bu yaklaşım, İslam’ın ferdi ve sosyal hayatı bir düzen ve bütünlük içinde ele alıp kişinin kendine, toplumuna ve Rabbine karşı ödevlerini birbiriyle irtibatlandırması ve böylece hayatın bütün yön ve ayrıntılarına dini, ahlaki hatta estetik bir anlam kazandırmasıyla açıklanabilir.

    Burada ayrıca mubahla yakın anlam ilişkisi olan, yer yer eş anlamlı olarak kullanılan caiz ve helal kavramlarına da temas etmekte yarar vardır.

    a) Caiz

    Caiz sözlükte “geçip gitmek, mümkün, serbest ve geçerli olmak” anlamlarına gelen “cevaz” kökünden türetilmiş bir isim olup fıkıh terimi olarak, dinen veya hukuken yapılmasına müsaade edilen fiilleri ifade eder. Bu anlamdaki müsaadeyi belirtmek üzere de “cevaz” kavramı kullanılır.

    Kur’an-ı Kerim’de birçok fiilin serbest olduğu ve yasak olmadığı değişik ifade tarzlarıyla belirtilmiş olmakla beraber “caiz” lafzı geçmemektedir. Hadislerde ise bu kelime az da olsa kullanılmıştır (Ebu Davud, “Akzıye”, 12, “Dahaya”, 6).

    Caiz kelimesi daha çok sonraki devirlerde karşılarına çıkan yeni meseleleri Kur’an ve Sünnet’in hüküm ve ilkeleri ışığında değerlendirmeye ve çözmeye çalışan İslam hukukçularınca dini bir terim olarak geliştirilmiş ve “caiz-caiz değil” hükmü olayın dini açıdan değerlendirmesini ifadede kullanılmaya başlanmıştır. Bu anlamda caiz, ibadetlerde “sahih” ile eş anlamlı ise de muamelatta daha farklı bir anlam kazanmış, sahih (geçerli) tabiri meselenin dünyevi-hukuki yönünü, “caiz” tabiri de uhrevi-dini yönünü ifade etmiştir. Mesela şarap imalatçısına üzüm satmanın veya başkasının evlenme teklif ettiği bir kıza (henüz o konudaki kararını vermeden) talip olup onunla evlenmenin dinen caiz olmayıp hukuk düzeni açısından geçerli olması böyle izah edilebilir.
    Öte yandan, ilk devir İslam hukukçuları bilhassa “haram” hükmünü Allah’ın yetkisinde gördüklerinden haram ve helal tabirlerini çok az ve dikkatle kullanmışlar, kendi ictihad ve yorumları sonucu ulaştıkları serbestliği veya sakıncayı ise “caiz ve caiz değil” tabirleriyle ifade etmişlerdir. Çünkü haram ve helal kesin ve açık bir nassa dayanan ve sadece Allah’ın tayin ve takdir yetkisinde olan dini bir hükümdür. İslam müctehidlerinin kanaat ve hükmü ise, o meseleyi bu haram ve helal kapsamında görüp görmeme anlamı taşıdığından, dinen kesinlik taşımayan bir yorum niteliğindedir. Bu sebeple olmalıdır ki, mezhep imamlarının da dahil olduğu ilk devir İslam alimleri karşılaştıkları her ihtilaflı meseleyi haram veya helal değer hükümleriyle çözmemişler, “bence doğru değil”, “mahzurlu”, “sakıncası yok”, “çirkin” gibi daha esnek tabirleri kullanmayı tercih etmişlerdir. İşte “caiz” ve “caiz değil” tabirleri de bu ortamda gelişmiş ve yoğunluk kazanmış terimler arasındadır.

    b) Helal

    “Haram”ın karşıtı olan “helal”, sözlükte bir fiilin mubah, caiz ve serbest olması ve yasağın kalkması gibi anlamlara gelir. Dini bir terim olarak da helal, şer‘an izin verilmiş, hakkında şer‘i bir yasaklama ve kısıtlama bulunmayan davranışı ve onun dini-hukuki hükmünü ifade eder. Caiz, mubah, mutlak gibi terimler de aralarında cüz’i anlam farklılıkları bulunmakla birlikte genelde aynı anlamda kullanılır ve mükellefin yapıp yapmamakta muhayyer bırakıldığı davranışları belirtmek üzere kullanılır.

    Helal de esasında caiz ve mubahla eş anlamlı olmakla birlikte, dini literatürde daha çok haramın zıt anlamlısı olarak yani bir şeyin yasaklanmamış ve kınanmamış olduğunu bildiren bir terim olarak kullanılır. Kur’an’da ve hadislerde sıklıkla geçen helal ve hill tabirleri de genelde bu son anlamda kullanılmıştır (bk. Al-i İmran 3/93; el-Maide 5/5, 88; Yunus 10/59; en-Nahl

    in Fıkıh Tags: caizharamhelalmubah