Hukuki ve Ticari Hayat



    H) Kar Haddi

    Gerek Kur’an ve Sünnet’te gerekse sahabe uygulamalarında kar için belirli bir oran getirilmemiş ve bu husus kural olarak fert veya toplum olarak müslümanlara bırakılmıştır. Çünkü böyle sabit bir oran her zaman, her yerde ve bütün mallar açısından adaleti gerçekleştirmeyebilir. Öyleyse kar haddi meselesi esas itibariyle ekonomik ve sosyal şartlara göre yeniden düzenlemesi yapılabilecek hususlardan biridir. Bu konuda, münferit uygulamalardan hareketle bir genelleme yapmak ve sabit bir kural geliştirmek isabetli bir yol olarak düşünülemez. Bunun yerine ekonomik şartlar muvacehesinde genel ilkelerden hareketle zamana ve zemine göre değişen bir politika izlenmesi herhalde daha doğrudur. Hz. Peygamber’in bu yöndeki uygulamaları gözden geçirilirse, Resulullah’ın fiyatlara müdahaleden kaçındığı ve piyasanın arz-talep dengesine bağlı olarak doğal bir biçimde kendiliğinden oluşmasını istediği açıkça görülür.

    Mesela, Hz. Peygamber’in tasvibini kazanan şöyle bir uygulama vardır: Resul-i Ekrem, Hakim b. Hizam’a 1 dinar vererek, kendisine kurbanlık bir koyun alması için göndermiş, o da bu parayla iki koyun satın almış ve birini tekrar 1 dinara satarak 1 dinar ve bir koyunla Resulullah’ın yanına gelmiştir. Hz. Peygamber, Hakim b. Hizam’a hayır duada bulunmuştur. (Ebu Davud, “Büyu’”, 28; Tirmizi, “Büyu’”, 34) Bu durumda, yaklaşık olarak % 100’lük bir kar elde edilmiş olmaktadır ve Resul-i Ekrem buna karşı çıkmamıştır. Yine bunu destekleyici mahiyette olmak üzere Resulullah’ın fiyat belirlemeye (tes‘ir) yanaşmadığı da hatırlanabilir. Bu iki uygulama esas alınırsa, İslam hukukunda muayyen bir kar haddi anlayışının getirilmediği ve bunun yerine arz ve talep kanunları doğrultusunda ve serbest piyasa ortamı içerisinde oluşacak fiyatların ölçü alındığı, bu konuda bir düzenleme yapmak gerekiyorsa onun da müslüman toplumların inisiyatiflerine bırakıldığı sonucuna gidilebilir. Prensip bu olmakla birlikte, suni müdahaleler sebebiyle arz ve talep dengesinin bozulmasından doğan sakıncaları gidermek ve tüketicinin ihtiyaçlarının istismarını önlemek amacıyla yerine göre birtakım tedbirlere başvurulabilir.

    Burada kar haddi ile gabin arasındaki ilişkiyi ortaya koymakta yarar vardır. Bazı araştırmacılar kar haddi ile gabin arasında doğrudan bir ilişki kurarak, ana paranın üçte birlik kısmından fazla olan karı gabn-ı fahiş saymışlar ve bunun caiz olmadığına hükmetmişlerdir. Halbuki, gabin başka şeydir, kar haddi başka şeydir. Aralarında doğrudan bir bağlantı da yoktur. Çünkü tacir % 50 veya % 100 kar ettiği halde gabin yapmış olmayabilir. Bununla birlikte, ölçüsü ne olursa olsun karın meşru olabilmesi için aldatma, ihtikar, zulüm ve kandırma ile hiçbir surette birlikte olmaması, o konuda yasal bir düzenleme ve sınırlama varsa ona aykırı olmaması şarttır. Malın bir kusurunu gizleyerek veya aldatıcı reklamlarla etkileyerek yapılan satımlarda bir haksızlık söz konusu olabilir.

    Karın helal olabilmesi için, ticari işlemlerde haramlardan kaçınmak şarttır. Eğer herhangi bir surette harama bulaşılmışsa, mesela ticareti haram olan malların ticareti yapılmışsa, faiz, karaborsa, aldatma, kandırma yapılmışsa veya müşterinin bilgisizliğinden ve zor durumda olmasından istifade edilmişse bu takdirde elde edilecek kar helal olmaz. Öte yandan, gerekli gördüğü takdirde devletin fiyatlara müdahale ederek, kar için belirli bir ölçü getirmesi de mümkündür ve o takdirde kamu yararı için alınmış olan bu sınırlamaya uymak gerekir. Böyle olunca, İslam’ın iki asli kaynağında kar haddi için bir sınırlandırmanın öngörülmemiş, serbest piyasa ekonomisinin esas alınmış olması, devletin ticari hayatı tabii seyrine oturtmak için gerekli sosyal ve yasal tedbirleri alması kaydına bağlı bir serbesti mahiyetindedir. İmtiyazların ve gizli bir tekelleşmenin meydana geldiği alanlarda devletin bu sosyal amaçlı müdahalesine daha çok ihiyaç duyulmaktadır. Bu itibarla örf ve adetteki makul ölçüleri, yasal sınırlamaları göz ardı ederek, insanların bilgisizliğinden/güveninden de yararlanarak malların mümkün olan en yüksek karla satışa sunulması, ayrıca bu davranışa “İslam’da kar haddi yoktur” anlayışıyla meşruiyet atfedilmesi doğru olmaz. Piyasanın ve fiyatların hür irade ve sebest rekabet ortamında oluşması için kar haddinin önceden belirlenmemiş olması, ticari hayatta kamu yararını hedef alan hukuki düzenlemelerin olmayacağı anlamına gelmez.

    Sonuç olarak belirtmek gerekirse, İslam’da kar için belirli bir alt veya üst sınır konmamış, bu tabii ve ahlaki şartlara, gerekiyorsa yasal düzenlemelere bırakılmıştır.