Kameri aylar, adından anlaşıldığı gibi başlangıcı ve bitişi ayın hareketlerine göre belirlenen aylardır. Ramazan orucu, ramazan ayında tutulduğundan ve ramazan ayı da ay takvimine göre her sene değiştiğinden, oruca başlayabilmek için öncelikle, ramazan ayının başladığını tesbit etmek gerekmektedir. Peygamberimiz “Hilali (ramazan hilali) görünce oruca başlayınız ve hilali (şevval hilali) görünce bayram ediniz. Hava bulutlu olursa içinde bulunduğunuz ayı otuza tamamlayınız” buyurmuştur (Buhari, “Savm”, 5, 11; Müslim, “Sıyam”, 3-4, 7-10).

    Bir başka hadiste de “Hilali görmedikçe başlamayınız, hilali görmedikçe bayram etmeyiniz. Hava bulutlu olur da hilali göremeyecek olursanız, ayı otuza tamamlayın” (Buhari, “Savm”, 11) buyurulmuştur. Bunun için şaban ayının 29. gününden itibaren hilali görme araştırmaları yapmak gerekmiştir. Aynı şekilde, ramazan ayının çıkıp şevval ayının girdiğini anlamak, dolayısıyla bayram günü oruç tutmuş olmamak için bu defa ramazanın 29. gününden itibaren hilal gözetlenir ve görülmeye çalışılır. Şaban ayının yirmi dokuzunda hava bulutlu olur da ay görülemezse, kameri aylar bazan 29 bazan 30 çektiğinden, Peygamberimiz’in direktifi doğrultusunda şaban ayının otuz çektiği farzedilerek ona göre davranmak gerekir.



    Bir hadislerinde Peygamberimiz “Biz ümmi bir toplumuz; hesap ve okuma yazma bilmeyiz. Şunu biliriz ki ay, ya 29 ya 30’dur” (Buhari, “Savm”,11,13; Müslim, “Sıyam”, 15; Ebu Davud, “Savm”, 4) buyurmuştur.

    Rivayet edildiğine göre Peygamberimiz hilali gördüğü vakit ramazanın bereketli ve huzurlu geçmesi için dua ederdi.

    a) Hilalin Görülme Vakti

    Hem güneş battıktan sonra daha kolay görüleceği, hem de hesabın netleşeceği düşüncesinden dolayı alimlerin büyük çoğunluğu hilalin gündüz değil, güneş battıktan sonra görülmesine itibar edileceğini söylemişlerdir. Ebu Hanife, İmam Muhammed, bir sonraki geceye ait olma ihtimalinden dolayı, zeval vaktinden önce veya sonra olmasına bakmaksızın, gündüzün görülen hilal ile ramazan orucuna başlanamayacağı gibi ramazan orucunun bittiğine de hükmedilemeyeceği görüşündedir. Diğer mezheplerin görüşü de bu yöndedir. Ebu Yusuf ise zevalden sonra görülecek hilali sonraki geceye; zevalden önce görülecek hilali ise, iki gecelik olmayan hilalin zevalden önce görülemeyeceğine ilişkin cari tecrübi bilgiye dayanarak, önceki geceye ait saymıştır.

    b) Rü’yet-i Hilal Meselesi

    Rü’yet-i hilal (hilalin görülmesi) meselesi öteden beri üzerinde durulan ve sonu gelmeyen tartışmalara yol açan bir konudur. Tartışmanın esası şudur: Ramazan hilalinin görülmesinde baş gözüyle görmeye mi itibar edilecektir, yoksa bu hususta astronomik hesaplara dayanmak caiz midir?

    Hilalin, güneş battıktan sonra görülmesi, kameri takvime göre içinde bulunulan ayın sonunu, bir sonraki ayın başlangıcını gösterir. Hilal ilk doğduğunda çok ince olduğu ve çok kısa bir süre sonra kaybolduğu için, ilk günün hilalini görmek büyük bir dikkat ve tecrübeyi gerektirir. O anda hafif bir sis bulunması durumunda hilalin görülmesi mümkün olmaz. Bunun için Peygamberimiz bu gibi durumlarda içinde bulunulan ayı, otuz güne tamamlamayı emretmiştir.

    Dünyanın yuvarlak olması sebebiyle hilalin bir yerde görülürken başka yerde görülmemesi mümkündür. Buna “ihtilaf-ı metali‘” yani ayın doğuş yer ve vakitlerinin değişmesi denilir. Oruca başlarken, ihtilaf-ı metalie itibar edilip edilmeyeceği hususunda Şafiiler, ihtilaf-ı metalie itibar edileceğini, dolayısıyla bir yerde görülen hilalin oraya uzak yerler için geçerli olmayacağını söylemişlerdir.

    Şafiiler’in bu konuda sağlam dayanakları bulunmamaktadır. Onlar ihtilaf-ı metaliin oruca başlamada dikkate alınmasını, güneşin hareketlerinin namaz vakitlerinin belirlemesinde dikkate alınmasına benzetmişlerdir: Namaz vakitleri belirlenirken nasıl güneşin hareketleri esas alınıyor ve mesela akşam namazı her bölgede aynı anda kılınmıyor ise, oruca başlama vakti de böyle olabilir. Fakat bu oldukça isabetsiz bir benzetmedir. Çünkü; ayın bir aylık hareketi, güneşin bir günlük hareketine benzetilmektedir. İkincisi ihtilaf-ı metali‘ dikkate alınacak olsa bile bu en fazla bir, çok istisnai durumlarda iki günlük fark ortaya çıkaracaktır. Nitekim astronomik verilere göre ayın ilk kez görüldüğü yerle, buraya en uzak yerdeki görülüşü arasındaki süre farkı dokuz saatten ibarettir. Halbuki güneşin hareketinde, belki de her anına göre yüzlerce farklı anlarda, belki farklı bölgelerde günün her anında namaz kılınmış olmaktadır.

    Ulaşım ve iletişim imkanlarının son derece yavaş ve yetersiz olduğu dönemlerde, ihtilaf-ı metaliin dikkate alınması anlaşılabilir, izah edilebilir ve savunulabilir bir durum olsa bile iletişim imkanlarının son derece süratli olduğu günümüzde, böyle bir görüşün savunulması imkansızdır. Kaldı ki, fakihlerin büyük çoğunluğu, ilk dönemlerden beri, ihtilaf-ı metalie itibar edilmeyeceğini, bir yerde görülen hilalin diğer yerler için de geçerli olacağını söylemişlerdir. Bu görüş, savunanlarının ve delillerinin güçlülüğü bir yana, bütün müslümanların aynı zamanda oruç tutmaları ve aynı zamanda bayram etmeleri sonucunu doğurduğu ve zahiren de olsa bir birlik sağladığı için bile daha isabetli sayılmaya layıktır.

    Asıl tartışma astronomi ilminin verilerine göre hareket edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bu konuda, astronomi ilminin verilerine itibar edilmeyeceğini savunanların argümanları oldukça zayıf görünmektedir. Bir kere, Peygamberimiz “Hilali görünce oruç tutun.” dediğine göre, aslolan hilalin görülmesidir; görmenin nasıl olduğu değil. Hadiste geçen rü’yet kelimesinin “baş gözüyle görmek” anlamına geldiğini iddia etmek ise bir zorlamadır; çünkü o kelimenin klasik Arapça’da anlamak, bilmek gibi anlamları vardır. Öte yandan, astronomik verilere itibar edilmeyişi, Peygamberimiz’in yukarıda geçen “Biz ümmi bir toplumuz, hesap, okuma yazma bilmeyiz” sözüne dayandırılıyorsa, bu takdirde, müslümanlar ne kadar cahil kalırlarsa o kadar iyi müslüman olurlar gibi bir anlam çıkarılması kaçınılmaz olur. Esasen Peygamberimiz’in bu sözü, o toplumun bilgi ve tecrübe birikiminin ince hesaplar yapmaya yetmeyeceğini, fakat bu işin özünde hesap meselesi olduğunu da göstermiş olmaktadır.

    Hz. Peygamber tarafından hilalin çıplak gözle görülmesi gibi bir ölçünün getirilmiş olması, bu yöntemin kameri ayın başlangıç ve bitişini belirlemede yegane yol olduğunu belirlemek için değil, belki de öteden beri kullanılagelen mutat yol, her türlü şartta ve imkansızlık içinde uygulanabilir bir yöntem olması sebebiyledir. İbadetlerin ifasında kolaylık esastır. İslam’daki bütün ibadetlerin ortak özelliği, sade, kolay anlaşılır ve kolay tatbik edilebilir olmasıdır. Bu bakımdan İslam’daki ibadetler, hiçbir uzmanlık ve bilim dalının gelişmediği toplumlarda bile, tarihte görüldüğü gibi, en sıradan insanlar tarafından bile kolaylıkla yerine getirilebilir. Sabah namazı kılacak olan kişi, kafasını uzatıp doğu tarafına baktığı zaman, güneşin doğup doğmadığını görebilir. Ama işin özü itibariyle yalın ve kolay olması, hiçbir zaman, bilimsel verilerin ve gelişmelerin dikkate alınmaması gerektiği anlamına çekilemez. Tam tersine bilimsel gelişmelerden, her konuda olduğu gibi, ibadetler konusunda da yararlanmak gerekir.

    Günümüzde astronomi ilmi oldukça gelişmiş, ayın ve güneşin hareketlerinin hassas bir şekilde tesbiti mümkün hale gelmiştir. Artık ince astronomik hesaplar sayesinde, gelecek birkaç yıllık namaz vakitlerini gösteren takvimler bile hazırlanabilmektedir. Astronomik hesap, ayın çıplak gözle görülebilir olmasını esas aldığına göre, en doğrusu bu esasa göre hazırlanan takvimlere göre hareket etmektir. Bu konuda dünya müslümanları arasında devletler düzeyinde bir görüş birliğine varılıp, her yıl müslümanların lahuti bir atmosfere girmeye hazırlandıkları ramazan ayında onları tereddüte düşüren ve ibadet şevklerini kıran rü’yet-i hilal tartışmasına bir son verilmesi günümüz müslümanlarının ortak dileğidir. Bu suretle, hiç değilse oruç ve bayram münasebetiyle bir birlik ve beraberlik içinde olunmuş, ideolojik söylemler için istismar edilen bir konu olmasının önüne geçilmiş, İslam ülkelerinin anlamsız bir rekabet ve gruplaşma içine girmesi de önlenmiş olur.

    Klasik dönem fakihleri de, rüyet-i hilal tartışmasını kesmek maksadıyla, kamu otoritesinin (hakim) bu konudaki kararını herkes için bağlayıcı kabul etmişlerdir. Ülkemizde, her yıl yaşanan anlamsız ve lüzumsuz tartışmalara son vermek için, bu alanda kamu otoritesi sayılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın astronomik veriler esas alınarak kabul ve ilan ettiği takvime uyulması en doğrusudur. Bu suretle müslümanlar arasında gereksiz yere oluşturulan gerginlik ve soğukluk ortadan kalkacak ve bayramın bütün ülkede aynı günde yapılmış olması, birlik ve beraberlik ruhunun kuvvetlenmesine katkıda bulunacaktır. Bununla birlikte, astronomik hesapla tatmin olmayıp hilalin gözle görülmesi gerektiğini düşünenler, meseleyi tabii mecraından saptırmamak ve fitneye sebep olmamak şartıyla sadece kendi nefislerinde gözle görmeyi esas alarak davranabilirler. Unutmamalı ki müslümanlar arasında fitneye sebep veya alet olmak büyük günahtır. Kur’an diliyle ifade etmek gerekirse,”Fitne, savaştan (öldürmekten) bile kötüdür” (el-Bakara 2/191, 217).

    in Oruç