Adak ve Yeminler

    Dini literatürde dar ve teknik anlamdaki ibadet kavramıyla namaz, oruç, zekat ve hac ibadetleri ve bunlar içinde yer alan alt fiiller anlaşılmakta ise de kefaret gibi adak ve yemin konusu da ibadet kavramıyla yakından ilgilidir.



    Bu konular ibadetle alakalı fıkhi hüküm ve bilgileri tamamlayıcı olduğu, hatta aynı yaklaşımla ele alındığı için klasik fıkıh kaynaklarında ve ilmihal kitaplarında aynı ana bölüm içinde incelenir.

    a) Mahiyeti

    Arapça’da nezir (nezr) diye ifade edilen adak fıkıh dilinde, “bir kimsenin dinen yükümlü olmadığı ibadet cinsinden bir şeyi kendisi için vacip kılması”nı ifade eder. Diğer bir ifadeyle “kişinin farz veya vacip cinsinden bir ibadeti yapacağına dair Allah Teala’ya söz vererek o ibadeti kendisine borç kılması”dır.

    Adakta bulunma, arzu edilen sonuçları elde etme veya beklenmeyen kötü durumlardan korunmada Allah’ın yardımını temin etme gayesiyle başvurulan dini bir davranış mahiyetinde olup hemen hemen bütün din ve kültürlerde görülmektedir. Özellikle Çin, Japon, Hint ve İslam öncesi Türk kültüründe adağın önemli bir yer tuttuğu, bu mahiyette birçok davranış ve geleneğin bu toplumlarda yaygınlık kazandığı, benzer davranışların diğer toplumlarda da sıklıkla görülen bir davranış olduğu bilinmektedir.

    Çeşitli dinlerin ve milletlerin kültürlerinde aynı ve yakın telakkilere dayalı olarak ağaçlara ve kutsal sayılan yerlere bez bağlamak, ibadet yerlerinde mum yakmak, belli durumlarda belli hayvanları kurban etmek, oruç veya perhiz mahiyetinde olmak üzere bazı yiyecek ve içeceklerden, cinsel ilişkiden uzak durmak, istediğine ulaşıncaya kadar bazı zevk ve eğlenceyi terketmek gibi adak türlerine rastlanır. Bu adaklarda dini-psikolojik saikler, Tanrı’ya şükretme veya onun yardımını isteme öğesi ağır basar. İslamiyet öncesi Hicaz-Arap toplumunda da bu sayılanlara benzeyen veya onların dışında birçok adak çeşit ve türü vardı. İslam dini insandaki dindarlık duygusuyla ve ruhi tatmin arzusuyla kısmen alakalı bu davranışı tamamen yasaklamamış, sadece bazı düzenleme ve sınırlamalar getirerek ona kendine has bir şekil vermiştir.

    Kur’an’da değişik yerlerde verilen sözde durulması, ahde ve akidlere bağlı kalınması (el-Maide 5/1; el-İsra 17/34), Allah’a verilen sözün tutulması (en-Nahl 14/91) emredilir, yapılan adakların yerine getirilmesi istenir (el-Hac
    22/19). Kişinin yaptığı adağa uygun davranması iyi kulların vasıfları arasında sayılır (el-İnsan 76/7). Hadislerde de Hz. Peygamber, Allah’a itaat kabilinden adakların yerine getirilmesini emretmiş, Allah’a isyan veya masiyet kabilinden olan konularda adakta bulunulmamasını, şayet yapılmışsa buna uyulmamasını istemiştir (Buhari, “Eyman”, 26-27; Müslim, “Nezir”, 8; Ebu Davud, “Eyman”, 12).

    Bazı hadislerinde de Hz. Peygamber’in adakta bulunmayı hoş karşılamadığı görülür. Mesela bir hadis-i şerifte “Adak bir fayda sağlamaz, sadece cimrinin malını eksiltmiş olur” (Buhari, “Eyman”, 26; Müslim, “Nezir”, 2) buyurmuştur. Bu sebeple de İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere fakihlerin önemli bir kısmı adak adamanın mekruh olduğu görüşündedir. Hanefiler ise Allah’a ibadet ve taat kabilinden adakta bulunmayı mubah görürler. Sonuçta bir ibadetin işlenmesine vesile olduğu için bunu müstehap görenler de vardır. Malikiler adakta bulunmayı normalde mendup, şarta bağlı adağı ise mubah sayarlar.

    Konuyla ilgili hadisler ve İslam alimlerinin görüşleri incelendiğinde, kişinin hiçbir dünyevi menfaat ummadan sırf Allah’ın rızasını kazanmak, ona şükretmek için adak adamasında bir sakınca bulunmadığı görülür. Kişinin Allah’ın takdirinin değişmesine vesile olması dileğiyle ve ihlastan uzak, belli şartlara bağlı olarak adakta bulunması ise doğru karşılanmamıştır.

    Adaklar Allah’ın takdirini değiştirmez. Müslümanın bunu bilerek, ileride olacak bir şeyin en hayırlı şekilde vuku bulması dileğiyle Cenab-ı Hakk’a yalvarması, bunu gerçekleştirmeye vesile olması için sadaka ve ibadet mahiyetinde bir adakta bulunması itikadi bakımdan sakıncalı görülmemiştir. Fakihlerin şartsız adağı daha hoş karşılaması, onda ibadet niyetinin daha belirgin olması sebebiyledir. Dünyevi bir menfaati konu edinen şartlı adak ise ibadet niyetinden ziyade neredeyse Allah’la bir pazarlık mahiyetini taşıyabileceği için, sonuçta bir ibadetin ifası söz konusu edilse bile ihtiyatla karşılanmış hatta doğru bulunmamıştır. Bununla birlikte, Allah’a isyan ve masiyeti içermediği sürece, hangi grupta yer alırsa alsın, adakta bulunulduğunda yerine getirilmesi dinen vacip görülmüştür.