Miladi VII. yüzyılda Hz. Muhammed, İslam vahyini tebliğe başladığında yeryüzünde ateizm, putperestlik, politeizm (şirk), yıldızlara tapma da dahil birçok din ve inanç şekilleri mevcuttu. Bu dinlerden Mecusilik, Brahmanlık, Budizm, Sabiilik, Yahudilik ve Hıristiyanlık en önemlileri olarak ve hatta bir dereceye kadar vahiy dinleri olmaları yönüyle o günün Mekkeliler’i tarafından kolaylıkla kabul edilebilir dinlerdi. Fakat yeni bir din gönderilmiştir. Çünkü bütün bu dinler, zaman içinde orijinal ve aslına uygun şekillerini kaybetmiş, zaman ve mekana bağlı olarak çeşitli değişikliklere uğramışlar, ayrıca kendilerinden sonra gelecek ve şartları daha da iyileştirip mükemmelleştirecek bir şahsı ve onun mesajını müjdelemişlerdir.

    Mecusilik en eski dinlerden biriydi ve Zerdüşt’ün getirdiği dinin bozulmuş şekline verilen addı. Zerdüşt tek Allah yani Ahura Mazda inancını tebliğ etmiş, O’nun seçtiği kimselere ilahi vahyin geleceğine, meleklere ve ölüm sonrası hayata imanı emretmişti. Zend-Avesta’da (Yaşt, 13, XXVIII, 129) putları kıracak olan Soeşyant adlı birinin geleceği bildirilmektedir. Ancak Zerdüşt’ün tebliğ ettiği tevhid inancı daha sonra hem iyilik hem de kötülük tanrısı olmak üzere iki tanrı inancına (düalizm=seneviyye) dönüşmüş, Tanrı’nın kudret ve kuvvetini temsil ettiğine inanılan ateş yüceltilerek ateş kültü (Mecusilik) oluşmuştur.



    Brahmanizm çok tanrılı bir dindir. Gerçekte Brahmanlar tek Tanrı’ya inanmakla birlikte O’nun yaratıkları veya O’nun sıfatları şeklinde de olsa Tanrı’nın birtakım tezahürlerine tapma bunlarda da mevcuttur. Hintliler Tanrı’nın kendisini tarihin her devresinde çeşitli şahsiyetlere bürünerek insanlara gösterdiğine inanırlar. Bu hulul (avatara=enkarnasyon) inancı hem Tanrı’nın bedenleşmesi ve maddi şekillerle tasvirine hem de binlerce ilahın mevcudiyeti kanaatine yol açmıştır. Diğer taraftan bu dinde mevcut olan kast sistemi, dinin evrensel gereği olan eşitlik ve kardeşlik unsurlarıyla da çelişmektedir ve bu din, kapalı bir din hüviyetindedir. Dışarıdan biri bu dine giremez ve ona mensup olanlar da ebedi bir tenasüh hali içindedirler. Asli hüviyetini kaybedip çok tanrıcılığa, Tanrı’nın bedenleşmesi ve tenasüh inancına sapması ve kast sistemini benimsemesine rağmen Brahmanizm’de de “ileride gelecek, beklenen kimse” inancı vardır.

    Budizm Brahmanizm’deki puta tapma inancını reddedip ona karşı çıkmaktan doğmuş bir dindir ve ana din olan Brahmanizm’den birçok esas taşımaktadır. Bir bakıma Brahmanizm’deki putların kırılması yolunda bir reform niteliği taşır. Ancak putlara karşı olan Buda’nın getirdiği din kendisinden sonra Buda heykellerine tapma şeklinde putperest bir karaktere bürünmüştür. Buda, hayatın tabii olaylarını bir ıstırap olarak görüyor ve bundan kurtuluşu bütün arzu ve ihtiraslardan uzaklaşmaya bağlıyordu. Bu da onları aşırı riyazet, nefse eza ve hatta dünya hayatının tamamen terkedilmesi gibi aşırılıklara sevkediyordu. Yapısındaki köklü değişiklik ve bozulmalara rağmen Budizm’de de ileride gelecek bir kurtarıcı (Maitreya veya Metteya) müjde ve beklentisi vardır.

    Sabiilik de İslam’ın geldiği asırda mevcut bir inanç idi. Sabiiler hicri ilk yüzyılda müslümanların hakimiyeti altına girmiş ve onlara zimmilik statüsü tanınmıştır. Sabiiler’in oldukça eskiye dayanan bir tarihleri olmakla birlikte nasıl doğduğu, kimin tarafından yayıldığı açık ve net olarak bilinmemektedir. Sabiilik’te bir yüce varlık inancı mevcut olmakla birlikte ışık alemi ile karanlık alem arasındaki mücadeleye dayanan bir düalizm inancı hakimdir. Peygamberlik inancının mevcudiyeti tartışmalı olmakla birlikte Hz. Yahya’ya büyük önem verilmekte ve kendi peygamberleri olarak açıklanmaktadır. Diğer taraftan Sabiiler Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’i kötülük peygamberi, yalancı olarak nitelemektedirler. Özetle denilebilir ki Sabiilik orijinal şeklini yitirmiş, zamanla çeşitli inançlar karışmış ve müntesipleri azalmış bir din hüviyetindedir.

    Bugün ilahi kaynağa dayanan dinler diye kabul edilen Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in temel özelliklerini ve İslam dininin diğer ikisinden farklı olduğu yönleri de şu şekilde tesbit mümkündür:

    1. Allah inancı. Yahudilik Tanrı’nın birliği üzerinde ısrarla durmasına rağmen, en azından tarihlerinin bazı dönemlerinde ona beşeri nitelikler nisbet etmişler ve adeta Tanrı’yı beşeri organ ve duygular taşıyan bir insan gibi tasvir etmişler, insanlaştırmışlardır. Hıristiyanlar ise Tanrı’nın birliğini farklı şekilde ele alıp teslisi savunmuşlar, aşırı bağlılık duygusuyla, Hz. İsa’yı tanrılaştırmışlardır.

    Halbuki İslam, Allah inancı hususunda gerek yahudilerin gerekse hıristiyanların sonradan düştükleri yanlışlık ve aşırılıkları düzeltmiş, Tanrı’nın beşerileşmesini veya beşerin tanrılaşmasını reddetmiş, bu noktada Hz. Musa ve Hz. İsa’nın hakiki mesajını hatırlatarak Allah’ın bir ve benzersiz olduğunu vurgulamıştır.

    2. Melek inancı. Meleklerin Allah’ın oğulları ve kızları olduğu iddiasını ve beşeri şekillerdeki tasvirlerini reddederek hem yahudi ve hıristiyanların düştükleri yanlışı göstermiş hem de Allah’ın yüceliğini vurgulamıştır.

    3. Kutsal kitaplar. Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, Allah tarafından Hz. Musa ve Hz. İsa’ya verilmiş kutsal kitapları orijinal şekilleriyle muhafaza edebilmişler, Tevrat ve İncil zaman içinde ya kaybolmuş ve yeniden yazılmış, ya da çeşitli ilave ve eksiltmelere maruz kalmıştır. Kur’an-ı Kerim ise hem vahyedildiğinde yazıya geçirilmiş olması hem de ezberlenmek suretiyle muhafaza edilmesi yönüyle orijinal ve aslına uygun şekliyle günümüze kadar gelmiştir.

    4. Peygamberlik. Yahudilik ve Hıristiyanlık sonradan tahrif edildikleri için örnek ve önder şahsiyetler olan peygamberlerle ilgili çeşitli iddia ve iftiralarda bulunup sonra gelecek peygamberleri kabul etmezken İslam, hem bütün peygamberlere imanı şart koşmuş hem de onları layık oldukları güzel vasıflarla tavsif etmiştir.

    5. Dünya-ahiret dengesi. Yahudilik dünya hayatına, Hıristiyanlık da dünyadan uzaklaşıp manevi hayata daha çok ağırlık verirken İslam her ikisi arasındaki dengeyi kurmuş ve korumuştur: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste, ama dünyadan da nasibini unutma…” (el-Kasas 28/77).

    6. Mükellefiyetlerin azlığı. Madde-mana, dünya-ahiret dengeleri açısından en ölçülü ve kolayca yaşanabilir; çeşitli emir ve hükümlerde kolaylığı öngörmesi açısından en kolay olan din İslam’dır.

    İslam, diğer ilahi dinlerde var olan bazı ağır dini sorumlulukları ortadan kaldırmış, insanın yaratılışına en uygun ve yaşanabilir kuralları sunmuş, böylece dini daha da ağırlaştıran ve yaşanmasını zorlaştıran din yorumcularına da önemli bir uyarıda bulunmuştur. Bu son dinin peygamberi Kur’an’da şu şekilde anlatılır: “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere uyanlar (var ya) işte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır” (el-A‘raf 7/157).

    Bu ayette hem Musa şeriatında mevcut çok sayıdaki kural ve vecibelere (temizlik kuralları, yiyeceklerle ilgili esaslar, adetli kadınla ilgili yasaklar gibi) hem de İnciller’de ortaya konan öğretinin gerektirdiği aşırı riyazetçi eğilimlere işaret edilmektedir.

    İslam, daha önceki şeriatlarda mevcut bazı ağır yükleri kaldırmış veya hafifletmiş, dini daha kolay ve yaşanabilir kılmıştır. Çünkü “İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, resulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık” (el-Bakara 2/143) buyurulmaktadır. Resulullah da “Kolay ve yüce Haniflik’le gönderildim” (Müsned, V, 266; bk. Buhari, “İman”, 29) diyerek İslam’ın diğer şeriatlara göre daha mutedil, kolay ve müsamahalı olduğunu vurgulamaktadır. Kur’an ve Sünnet’te, dini mükellefiyetlerin azaltılarak ve gerekli ve yeterli seviyede tutulduğu, İslam’ın insanlara ağır yükler yüklemek için değil, rahmet ve inayet olarak gönderildiği sıklıkla tekrarlanır. Kur’an ve Sünnet’teki bu vurgu sebebiyle de İslam bilginleri dinin anlatım ve yorumunda daima kolaylığı ve uygulanabilirliği tercih etmişlerdir.

    İslam’ın peygamberi peygamberlerin, onun getirdiği din de dinlerin sonuncusudur. İslam’ın bir diğer özelliği onun evrenselliğidir. Son din olması açısından öncekileri kucaklayıcı ve en mükemmel olmasıdır.