Ehliyet, kişinin dini ve hukuki hükme konu (muhatap) olmaya elverişli oluşu demektir. Kur’an’da yerin ve göğün taşımaktan çekindiği emaneti insanın yüklendiği belirtilerek (el-Ahzab 33/72) diğer bütün varlıklar arasında sadece insanın ehliyet ve sorumluluk taşıdığına işaret edilir. İnsanın dinin hitabına ehil olması akıl denilen anlama, düşünme ve ona göre davranma kabiliyetine sahip bulunması sebebiyledir. İnsanın bu anlamdaki ehliyet ve sorumluluğuna İslam alimleri ehliyyetü’l-hitab derler. Bundan maksat insanın dinin davetini anlayacak konum ve kıvamda olması demektir. Bu tür dini sorumluluk için aklın tek başına yeterli olup olmadığı veya ne gibi ilave şartlar arandığı özellikle kelam ve usul alimleri arasında geniş tartışmalara konu olmuştur.
İslam hukukunda ehliyet kavramı, kişinin hak ve borçlarının sabit olması, dini ödevlerle mükellef tutulması, hukuki işlem ve davranışlarının geçerliliği, toplumsal ve cezai sorumluluk taşıyabilmesi gibi farklı kademelerdeki hak ve yükümlülükleri kapsadığından ehliyetin buna uygun bazı ayırım ve kademelendirmelere tabi tutulması kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü bu kademelerden her biri, farklı seviyede akli ve bedeni yetişkinliği gerektirir. Bunun için de ehliyet, kişinin anlama, düşünme ve yapabilme kabiliyetinin inkişaf seyrine bağlı olarak tedricen gelişme gösteren itibari bir sıfat olarak algılanmıştır. Diğer bir ifadeyle, ehliyetin belirlenmesinde kişinin konumu kadar karşılaşılan hak ve borcun, dini ve hukuki fiil ve işlemin mahiyeti de önem arzeder. Bunun sonucu olarak İslam hukukunda ehliyet “vücub ehliyeti” ve “eda ehliyeti” şeklinde iki ana safhaya, insan hayatı da cenin, çocukluk, temyiz, buluğ ve rüşd şeklinde devrelere ayrılmıştır.
Vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve borç altına girebilme ehliyetidir. Vücub ehliyetinin temelini zimmet ve hukuki kişilik teşkil eder;
bu ehliyetin yaş, akıl, temyiz ve rüşd ile alakası yoktur. Akli ve bedeni gelişimi ne durumda olursa olsun yaşayan her insanın bu tür ehliyete sahip olduğu kabul edilir. Ceninin sağ doğması kaydıyla miras, vasiyet, vakıf ve nesep haklarının bulunduğu bu sebeple de eksik vücub ehliyetine sahip olduğu belirtilir. Eda ehliyeti ise, kişinin dinen ve hukuken muteber olacak tarzda davranmaya ve hukuki işlem yapmaya elverişli oluşu demektir. Eda ehliyetinin temelini akıl ve temyiz gücü teşkil eder. Akıl ve temyiz gücü tam olduğunda tam eda ehliyetinden, eksik olduğunda ise eksik eda ehliyetinden söz edilir.
Kişinin iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ana hatlarıyla olsun ayırabilmesi demek olan temyiz, eda ehliyetinin başlangıcıdır. Temyiz çağına gelmeyen çocuğun, akıl hastasının ve bu hükümde olan kimselerin eda ehliyeti yoktur, haklarını kanuni temsilciler vasıtasıyla kullanırlar. Bunların dinen ve hukuken geçerli niyet ve iradeleri bulunmadığından imanla ve ibadetlerle mükellef tutulmazlar, fiilleri sebebiyle cezai sorumluluk da taşımazlar. Sözleri, hukuki fiil ve işlemleri hukuken geçersiz olup yok hükmündedir.
Henüz buluğa ermemiş fakat temyiz çağına gelmiş çocuklar ise eksik eda ehliyetine sahiptir. Kişiler yaklaşık olarak yedi yaşından buluğa kadar mümeyyiz sayılır. Mümeyyizlerin dini eda ehliyeti ile hukuki (medeni) eda ehliyeti bazı farklılıklar gösterir. Mümeyyiz çocuklar iman, namaz, oruç, hac, kefaret, cihad, iyiliği emredip kötülüğü engelleme gibi dini ödevlerle ve bedeni ibadetlerle mükellef değildir. Davranışlarının hukuki-mali sorumluluğu bulunsa da cezai sorumlulukları yoktur. Bu sebeple bu kimseler için dini teklif ehliyeti ile cezai ehliyet ortak özellikler taşır. Ancak çocukların dini hayata, ibadetlerin ifasına erken yaşta alıştırılması ve bu yönde eğitilmesi tavsiye edilmiştir. Ayrıca Mu‘tezile temyiz çağından itibaren Allah’a imanın vacip olduğu, Ahmed b. Hanbel de çocuğun on yaşından itibaren namaz ve oruçla mükellef sayılacağı görüşündedir. İslam alimleri, mümeyyiz çocuk mükellef tutulsun-tutulmasın, imanın ve ifa ettiği ibadetlerin sahih olduğu görüşündedir. Ancak buluğdan önce yapılan hac ibadeti sahih olsa bile buluğ sonrası farz olabilecek hac farizasını düşürmez. Mümeyyiz çocuğun ve bu hükümde olan kimselerin yaptığı hukuki işlemlere gelince hibeyi, sadakayı, vasiyeti kabul gibi sırf fayda yönü bulunan ve mal varlığında artışa yol açan hukuki işlemleri kimsenin izin ve onayına bağlı olmaksızın geçerli olur. Mahiyet icabı hem kar hem de zarar yönü bulunan alım satım, kira, şirket gibi bedelli hukuki işlemleri ancak kanuni temsilcisinin izin veya onayı ile geçerli olur. Hibede bulunma, borç ikrarı, kefalet gibi sırf zarar sayılan hukuki işlemleri ise mümeyyiz de kanuni temsilcisi de yapamaz. Bu sınırlamalar hem sınırlı akli yetişkinliğe ve muhakeme gücüne sahip bulunan mümeyyiz küçüğü hem de üçüncü şahısları korumayı amaçlayan tedbirlerdir.
Biyolojik ergenlik demek olan buluğ, kişinin çocukluk döneminden çıkıp yetişkin insanlar grubuna katıldığı hayatının önemli bir dönüm noktasıdır. Buluğ erkek ve kız çocuğunun fiilen ergenliğe kavuşması (erkeklerin ihtilam olmaya, kızların adet görmeye başlaması) ya da fiilen baliğ olup olmadığına bakılmaksızın belli bir azami yaş sınırına ulaşması demektir. Bu ikincisine hükmen buluğ tabir edilir. Hükmen buluğ yaşı Ebu Hanife’ye göre erkeklerde 18, kızlarda 17 yaş, çoğunluğa göre her ikisi için de 15 yaştır. Buluğla birlikte kişinin yeterli akli yetişkinlik kazandığı var sayıldığı için aksini gösteren bir delil olmadıkça kişi akıl ve buluğ ile tam eda ehliyeti kazanır. Dini terminolojide buna “akıl ve baliğ olmak” tabir edilir. Bunun anlamı kişinin, hakları kullanmaya, sözlü yazılı ve fiili hukuki işlemleri bizzat yapmaya, dini ve içtimai mükellefiyetlere muhatap olmaya ve cezai sorumluluk taşımaya ehil hale gelmesidir. Tam eda ehliyetine teklif ehliyeti de denir. Kişinin mali konularla normal seviyede tedbirli ve basiretli davranması demek olan rüşd, genelde buluğ ile birlikte gerçekleşir. Kişi baliğ olmuş da reşid olmamışsa, bu durum onun dini ve cezai ehliyetini etkilemez, bu iki ehliyeti tam olarak mevcuttur, sadece mali yönü bulunan hukuki işlemlerde ehliyetine bazı sınırlamalar getirilir.
Dini ve hukuki sorumluk için kişinin eda (teklif) ehliyetine sahip bulunması şart olduğundan bu ehliyeti yok eden veya azaltan her kalıcı veya arızi durum haliyle kişinin mükellefiyetini de yakından etkiler. Bu sebeple eda ehliyeti bulunmayan gayri mümeyyiz küçük ve akıl hastaları dinen mükellef sayılmazlar. Uyku, unutma, baygınlık gibi arızi hallerde de mükellefiyet yoktur. Hz. Peygamber “Üç kişiden kalem (sorumluluk) kaldırılmıştır; uyanıncaya kadar uyuyan, buluğa erinceye kadar çocuk ve akli dengesine kavuşuncaya kadar deli” (Tirmizi, “Hudud”, 1; Darimi, “Hudud”, 1) buyurarak buna işaret eder. Çünkü İslam dininde kişilere yüklenen sorumluluk ile kişilerin bu sorumluluğu taşıma gücü arasında daima bir denge bulunur. Kur’an’da da İslam tebliğinin rahmet ve merhametten ibaret olduğu (el-Bakara 2/178; el-A‘raf
7/52; Yunus 10/57; el-Enbiya 21/107), hiç kimseye gücünün üzerinde yük yüklenmeyeceği belirtilmiş (el-Bakara 2/286), hadislerde de mükellefiyetlerin vazedilmesinde tedriciliğin, insanların hal ve şartlarının gözetildiği, mükellefiyetlerin asgari sınırda tutulup kolaylığın esas alındığı sıklıkla vurgulanmıştır. Ehliyeti kısmen azaltan veya tamamıyla yok eden sürekli ve geçici hallerde dini-hukuki mükellefiyetlerin de bu duruma uyumlu olarak azaltılmış veya kaldırılmış olması bu genel ilkenin bir uygulaması mahiyetindedir.