Teklifi hükümlerden biri olan haram; sözlükte “yasak, memnu” demek olup helalin zıddıdır. Dini terim olarak ise, “şariin yapılmasını kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslupla yasakladığı fiil”dir. Yasaklama işine tahrim veya hazr, yasaklanan şeye haram, muharrem veya mahzur, bu yöndeki hüküm ve vasfa da hurmet denilir.

    Haram ve mekruh, şariin yasakladığı, yapılmasını istemediği fiillerin iki nevidir. Yasaklama açık ve kesin bir üslupla ve delille olmuşsa haramdan, daha esnek ve yumuşak bir üslupla veya daha zayıf bir delille olmuşsa mekruhtan söz edilir.



    Çoğunluğunu Hanefiler’in teşkil ettiği bir grup İslam hukukçusu ve usulcüsü, bir fiilin haram hükmünü alabilmesi için hem Kur’an ayetleri, mütevatir ve meşhur sünnet gibi sübutu kesin (veya kesine yakın) bir delilin, hem de bu delilin açık ifadesinin bulunmasını şart koşarlar. Bu sebeple de, ahad hadislerle sabit olan veya dolaylı bir şekilde ifade edilen yasaklara “tahrimen mekruh” adını verirler. Çoğunluk ise, itikadi yönden olmasa bile ameli bakımdan zanni delilleri yeterli gördüğünden, ahad hadislerle sabit yasakları da haram olarak adlandırırlar.

    a) Haram Fiillerin Nevileri

    Haram fiiller iki nevidir:

    1. Haram li-aynihi. Şariin, bizzat kendisindeki kötülük sebebiyle, baştan itibaren ve temelden haramlığına hükmettiği fiildir. Zina, hırsızlık, adam öldürme, dinen murdar sayılan eti yeme, evlenme manii olanlarla evlenme gibi. Bu tür bir haram fiili işleyen kişi günahkar olur ve ahirette cezaya çarptırılmayı hakeder. Bu, haramın uhrevi sonucudur. Bir de haram olan bir fiile bağlanan dünyevi sonuçlar vardır. Şöyle ki: Bir müslüman böyle bir fiili yaparsa, batıl kabul edilir ve fiile hiçbir olumlu hüküm bağlanamaz. Mesela, zina fiili nesep ve mirasçılığın sübutu için sebep olamaz. Hırsızlık fiili de mülkiyetin sübutu için bir sebep olamaz. Murdar etin satışı batıldır ve böyle bir sözleşmeye hukuki sonuç bağlanamaz. Ancak bu tür haramların bir kısmı zaruret durumunda mubah hale gelebilir. Mesela, açlıktan ölecek duruma gelen bir kişinin, ölmeyecek miktarda domuz etinden yemesine müsaade edilmesi böyledir.

    2. Haram li-gayrihi. Aslında meşru ve serbest olduğu halde, haram kılınmasını gerekli kılan geçici durumla ilgili olan fiildir. Mesela, bayram gününde oruç tutmak böyledir. Esas itibariyle orucun kendisi meşru bir fiildir. Fakat Allah bu fiilin bayram gününde yapılmasını haram kılmıştır. Çünkü bu günde kullar Allah’ın misafirleri sayılırlar. Bayram gününde oruç tutmak ise, böyle bir misafirliği kabullenmekten kaçınmak anlamına gelir ki, bu davranış müslümana yakışmaz.

    Peygamberimiz bir hadisinde “Bir kimse, din kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık etmesin, başkasının evlenme teklifinde bulunduğu kadına evlenme teklifinde bulunmasın” (Buhari, “Büyu‘”, 58; Müslim, “Nikah”, 38) buyurarak, hadiste zikredilen durumlarda alım satım ve nikah sözleşmesini yasaklamıştır. Bu yasaklama, anılan sözleşmelerin mahiyetlerinden değil, bu sözleşmelerin dışındaki sebebe; din kardeşini incitme ve üzme sebebine dayanmaktadır.

    Yine, cuma namazı ile yükümlü kişi bakımından cuma namazı esnasında alışverişle meşgul olmak, haksız olarak ele geçirilen arazide namaz kılmak, dinen yasak birer fiil olmakla beraber, yasaklık fiilin mahiyeti ile değil, onu çevreleyen zaman veya mekan faktörü ile ilgilidir. Bu ve benzeri durumlarda, yasağı ihlal sebebiyle kişinin günahkar ve uhrevi sorumluluk üstlenmiş olacağı hususunda fikir birliği bulunmakla birlikte, ibadetin veya hukuki işlemin dünyevi hükümler açısından geçerli sayılıp sayılmayacağı tartışılmıştır. Fakihler haramlık yönünü daha ağır buldukları durumlarda ameli, dünyevi sonuçları bakımından da geçersiz saymışlardır.

    b) Haramlık Hükmü İfade Eden Lafızlar

    Ayet ve hadisler bir şeyin haram olduğunu değişik üslup ve ifade tarzlarıyla bildirirler:

    a) Bazan ayet ve hadislerde, bir şeyin haram olduğu “haram” lafzıyla açıkça ifade edilir. Mesela, “Anneleriniz, kızlarınız… (ile evlenmeniz) sizlere haram kılındı” (en-Nisa 4/23), “Meyte, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurularak öldürülmüş, yukarıdan düşüp ölmüş, boynuzlanıp öldürülmüş, yırtıcı hayvanlarca parçalanmış hayvanlar… ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna, size haram kılındı” (el-Maide 5/3) ayetlerinde olduğu gibi.

    b) Bazan, “Bir müslümanın malı, rızası olmadıkça, bir başkasına helal olmaz” (Müsned, V, 72) hadisinde olduğu gibi, o şeyin helal olmadığı bildirilir.

    c) Bazan bir işin yapılması yasaklanır, ondan uzak durulması istenir. “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin” (el-En‘am 6/151), “Zinaya yaklaşmayın, çünkü o açık bir kötülüktür ve kötü bir yoldur” (el-Hac 22/30) ayetlerinde olduğu gibi.

    d) Bazan da bir fiilin işlenmesine ceza tertip edilir. İffetli kadınlara zina iftirasında bulunanlara seksen değnek vurulmasını isteyen (en-Nur 24/4), yetimin malını haksız olarak yiyenlerin karınlarına ateş yemiş oldukları ve alevli ateşle cezalandırılacaklarını bildiren (en-Nisa 4/10) ayetlerde olduğu gibi.

    c) Haram Hükmünü Belirleme Yetkisi

    Haram ve gayri meşru, dini bir kavram olup bunu tayin de sadece Allah’ın tasarrufunda olan bir konudur. Hz. Peygamber’in bu konudaki hadisleri, Allah’ın hükmünü ve iradesini beyandan ibarettir. Kur’an’ın Ehl-i kitap’la ilgili olarak “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu İsa’yı Rab edindiler…” (et-Tevbe 9/31) ayeti nazil olduğunda, daha önce hıristiyan iken müslüman olan Adi b. Hatim Hz. Peygamber’e gelerek, “Ya Resulallah! Onlar din adamlarına ibadet etmediler ki!” demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu açıklamayı yapmıştır: “Evet, dediğin doğrudur. Ancak yahudi ve hıristiyan din adamları helali haram, haramı da helal saymışlar, onlar da buna tabi olmuşlardır. İşte onların din adamlarına ibadet etmeleri bundan ibarettir” (Tirmizi, “Tefsir”, 9-10).

    Kur’an’ın konuyla ilgili başka bir ayeti ise şöyledir: “Diliniz yalana alışmış olduğu için her şeye “şu haramdır, bu helaldir” demeyin. Zira Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz” (en-Nahl 16/116).

    Ancak, Kur’an ve Sünnet haramı belirlerken ayrıntıdan ziyade kaideyi ve belirli durumların hükmünü vazetmekte olup, bu genel kuralın her devirde anlaşılıp uygulanabilir tarzda takdim edilmesini o devrin İslam toplumuna, yetkili ve bilgili İslam bilginlerine bırakmıştır. Böyle olduğu içindir ki, özellikle ilk devir İslam bilginleri “haram” tabiri ile Allah’ın açıkça haram kıldığı hususları kasteder, hakkında kesin ve açık nas bulunmayan şeyler içinse “haram” demekten kaçınırlar, bunları ifade de daha çok “mekruh, hoş değil, doğru değil, sakıncalı, caiz değil” gibi tabirleri kullanırlardı.

    d) Haramdan Kaçınmanın Önemi

    Müslümanlar, Allah’ın yasaklarını gerek maddi unsur ve gerekse nihai hedef itibariyle iyi kavrayabildikleri ölçüde iyi müslüman olurlar, layık oldukları ölçüde dünyevi ve uhrevi karşılığa ulaşırlar. Bu konularda sünnetullah hakimdir. Kur’an’da, Allah’ın koyduğu ölçülere, sınır ve yasaklara uymayanların sadece kendilerine yazık ettiğinin sıklıkla tekrarlanması herhalde buna işaret etmektedir.

    Öte yandan İslam dininin bir şeyi haram kılışı ve gayri meşru olarak nitelendirmesi birçok hikmete dayanır. Dinin emir ve yasakları, kulun Rabbi karşısında ciddi bir sınav verişi anlamını taşıdığı gibi, emrin tutulmasının, yasağa uyulmasının kullara yönelik dünyevi ve uhrevi birçok yararı da vardır. Zaten bu, ilahi adaletin tabii bir sonucudur.

    Ayrıca, dinin haram ve gayri meşru olarak ilan edip kaçınılmasını istediği şeyler, müslümanın dünyasını zehir edecek, ona soluk aldırmayacak yoğunlukta ve ağırlıkta ve onu mahrumiyetler içinde bırakacak tarzda da değildir. Aksine her yasağın meşru zeminde alternatifi, daha iyisi ve temizi gösterilmiştir. Çirkin ve kötü olan yasaklanmış, iyi ve temiz olan helal kılınmıştır.

    Eşyada aslolan helal ve serbest oluştur. Bunun için de İslam ancak çok gerekli ve önemli durumlarda yasaklar koymuş, öte yandan zaruretler, beklenmedik şartlar, zorlamalar ve hayati tehlikeler karşısında bazı yasakların geçici olarak ve ihtiyaç miktarınca ihlalini de belli bir müsamaha ile karşılamıştır. Ancak zaruret ve ihtiyacın tayin ve takdirinde ferdi kanaatlerden ziyade şer‘i ölçülerin esas olacağı açıktır.

    Şunu da belirtmek gerekir ki, bir hususun şari‘ tarafından açıkça ve doğrudan haram kılınması ile dolaylı olarak yasaklanması arasında ince bir fark bulunduğu gibi, bir işin naslar tarafından ilke olarak haram kılınması ile İslam bilginlerinin bir fiili o yasağın kapsamında kabul etmeleri arasında da belli ölçüde fark vardır. Ancak bu konuda fertlerin bireysel ve sübjektif tercih ve değerlendirmelere göre davranmalarının da isabetli bir yol olmadığı, fertleri mesuliyetten kurtarmayacağı, bu konunun İslam hukuk disiplini içerisinde belli bir ilmi ve idari otoriteye bağlanmasının gerekliliği de açıktır. Kanunlaştırmanın ve merkezi ortak otoritenin bulunmadığı dönemlerde bu düzenlemeyi fıkıh mezhepleri belli ölçüde başarmış, şer‘i yasakların sınırını çizip muhtevasını belirlemede devirlerinin şartlarına göre bazı ölçüler geliştirmişlerdir.

    Hile ve dolaylı yollar gayri meşru olanı helal kılmaz. Bilgisizlik bu konuda mazeret olmadığı gibi kişinin niyetinin iyi olması da çoğu zaman yeterli değildir. Vasıtaların da gayeler gibi meşru olması gerekir. Haramın adını değiştirmek, çoğunluğun o işi yapıyor olması ölçü alınarak meşru görmek de kişiyi mesuliyetten kurtarmaz. Haramdan ve harama yol açan vasıtalardan kaçınmak gerektiği gibi, haram şüphesi taşıyan işlerden ve kazançlardan da uzak durmak gerekir. Hz. Peygamber’in şu hadisi bu konuda ihtiyat ve takva sahipleri için güzel bir ölçü vermektedir: “Helal apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bunların arasında, halktan birçoğunun helal mi haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak için bunları yapmayan kurtuluştadır. Bunlardan bazısını yapan kimse ise haram işlemeye çok yaklaşmış olur. Nitekim korunun etrafında hayvanlarını otlatan kimse de koruya dalma tehlikesi ile burun buruna gelmiş olur. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir korusu vardır. Allah’ın korusu da haram kıldığı şeylerdir” (Buhari, “Büyu‘”, 2, Müslim, “Müsakat”, 20).

    Samimi bir müslüman, harici şartlar, toplumun kötü gidişatı ne olursa olsun her yer ve zamanda dosdoğru olan, dinin ahkamını uygulayan, güvenilen ve inanılan bir kimse olmak, istikameti ve hayatı ile İslam’ın tebliğcisi ve iyi örneği olmak zorundadır.

    bb) Azimet ve Ruhsat

    Sözlükte azimet “bir şeye kesin olarak yönelmek, niyetlenmek” anlamındadır. Fıkıh ilminde ise, “meşakkat, zaruret ve ihtiyaç gibi arızi bir sebebe bağlı olmaksızın ilkten konmuş olan ve normal durumlarda her bir mükellefe ayrı ayrı hitap eden asli hüküm” demektir.

    Azimet farz, vacip, sünnet, müstehap niteliğindeki bir davranışın yapılmasını; haram, mekruh gibi davranışların da yapılmamasını ifade eden bütün teklifi hükümleri içine alır. Mesela namaz, oruç, hac başta olmak üzere Allah’ın kullarını yükümlü tuttuğu bütün dini vecibeler genel tarzda her mükellef kişi için konulmuş birer azimet hükmüdür. Aynı şekilde şarap içme, domuz eti yeme, zina etme gibi haram olan fiiller de her mükellefi bağlayıcı genel hükümlerdir.

    Azimetin karşıtı ruhsattır. Sözlükte “kolaylık, devamlı olan” ruhsat, fıkıh ilminde “meşakkat, zaruret, ihtiyaç gibi arızi bir sebebe bağlı olarak azimet hükmünü terketme imkanı veren ve yalnız söz konusu arızi durumla sınırlı bulunan hafifletilmiş ve geçici hükmü” ifade eden bir terimdir. Mesela mükelleflerin oruç tutması bir azimet hükmüdür. Fakat hasta ve yolculara karşılaştıkları güçlük sebebiyle, oruç tutmama kolaylığı tanınmış ve bunlardan tutamadıkları oruçlarını normal hale dönünce kaza etmeleri istenmiştir. Domuz etinin yenmesi, şarabın içilmesi haram olduğu halde, susuzluktan veya açlıktan ölme tehlikesiyle karşılaşan kimseye bu azimet hükmünü terkedip domuz etinden veya şaraptan hayati tehlikeyi atlatacak miktarda yemesi içmesi mubah kılınmıştır. İbadetlerin şekil şartlarıyla ilgili birçok ruhsatın tanınmış olması da burada hatırlanmalıdır. Bu ruhsatlar, zaten mükellefiyetlerin çok az ve sınırlı tutulduğu İslam dininin rahmet ve kolaylık dini olmasının, Allah’ın kulları için zorluğu değil kolaylığı dilemiş bulunmasının tabii sonuçlarıdır.

    Dinin teklifi hükümleri incelendiğinde birkaç çeşit ruhsatın bulunduğu görülür.

    a) Haramı İşleme Ruhsatı. Zaruret veya zaruret derecesine varan ihtiyaç hallerinde haram bir fiil mubah hatta vacip hale gelebilir. Haramı işleme ruhsatının bulunduğu bazı durumlarda mükellef azimet hükmüne uymakla ruhsattan yararlanma arasında serbest bırakılır. Ölüm tehdidi altında kalan kimsenin imanını gizleyip küfrü telaffuz etmesine ruhsat vardır. Bu mubah olmakla birlikte bu kimse imanını açıklamakta direnir de öldürülürse şehid olur. Ayette böyle bir ruhsat yazıldığı gibi (en-Nahl 16/106) Hz. Peygamber böyle bir zorlama sonucu öldürülen müminin şehid olduğunu haber vermiştir. Bazı durumlarda ise mükellefin azimet hükmünü terkedip ruhsattan yararlanması vacip hale gelir. Açlık yüzünden ölüm tehlikesiyle karşılaşan kimsenin domuz eti yiyerek veya ölüm tehdidi altında bulunan kimsenin dini tebliğden vazgeçerek hayatını kurtarması vacip olduğundan, bu kimsenin azimet hükmünde ısrar edip ölmesi halinde günahkar olacağı görüşü hakimdir. Ayette de zaruret karşısında kalan için bu tür bir ruhsattan söz edilir (el-Bakara 2/173).

    b) Vacibi Terketme Ruhsatı. Farz veya vacip olan bir fiilin edasında mükellef için ek bir meşakkat bulunduğunda, bu vacibi terketme ruhsatı tanınır. Ramazan orucu bütün mükelleflere farz olduğu halde hasta ve yolculara, sonradan kaza etmek üzere oruç tutmama kolaylığı tanınmıştır. Mükellef bu ruhsattan yararlanıp yararlanmamakta serbesttir.

    Ölüm tehlikesi gibi ağır sonuçların söz konusu olmadığı durumlarda azimete göre mi, ruhsata göre mi davranmanın daha sevap olduğu hususunda İslam alimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mesela Hanefiler’e göre, yolculuk esnasında dört rek‘atlı farz namazların kısaltılarak ikişer rek‘at kılınması esasen bir azimet hükmüdür. Bu sebeple de yolcunun bu namazları ikişer rek‘at kılması asıldır. Buna karşılık, yolcunun oruç tutmama ruhsatı bulunsa bile, ilgili ayetin dolaylı ifadesinden de hareketle (el-Bakara 2/184), zorlanmayacaksa oruç tutmasının daha faziletli olduğu ileri sürülmüştür.

    c) Genel Kurala Aykırı Bazı Akidleri ve Hukuki İşlemleri Yapabilme Ruhsatı. Bazı akidler ve hukuki işlemler İslam hukukunun o konudaki genel kurallarını veya genel şer‘i delillere aykırı olduğu halde insanların duyduğu ihtiyaca bağlı olarak mubah sayılmıştır. İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satın alınması demek olan selem akdi, mevcut olmayan bir malın satımı mahiyetinde olsa da, insanların ihtiyacına binaen Hz. Peygamber tarafından caiz görülmüştür. Eser siparişi sözleşmesi de (istisna) böyledir.

    d) Önceki semavi dinlerde mevcut ağır hükümlerin İslam’da kaldırılmış olması da, ilahi teşriin genel seyri içinde İslam ümmeti için ruhsat hükmündedir. Namazın, ibadete ayrılmış yerin dışında geçerli olmaması, ganimetlerin haram olması, malın dörtte birinin zekat olarak kesilmesi hükümlerinin müslümanlar hakkında kaldırılmış veya çok hafifletilmiş olması böyledir.

    in Fıkıh Tags: haram