İbadetler öz ve amacı itibariyle kulun yaratanı ve O’nun üstün kudreti karşısında aczini itiraf etmesi, kendini kuşatan sonsuz zaman dilimi, uçsuz bucaksız varlıklar alemi içinde konumunu bilip ona göre tavır alması ve bu ruh hali içinde O’nunla iletişim kurması demek olduğundan neticede bireyin mutluluğuna, bireyin kendisini tanımasına, kendisiyle ve toplumla barışık yaşamasına, bunun devamında da toplumsal huzur ve barışın kurulmasına hizmet eder. İbadetlerin taşıdığı hikmetler bu sıra dahilinde özetlenebilirse de, bir dine mensup olanların yeryüzünde tek bir cemaat oluşturarak yılda bir defa belli bir yer ve zamanda birlikte ibadet etmesi demek olan hac ibadetinde durum biraz daha farklıdır.
Kutsal zaman ve mekan inancı hemen bütün dinlerde mevcuttur ve esasen haccın temelinde, uluhiyyetin herhangi bir yerde tecellisine ilişkin inanç yatar. İslam dininde de, kutsal mekan ve zaman telakkisi hac ibadeti bünyesine yerleştirilmiştir.
Hac sözcüğünün “kasıt, yöneliş ve yürüyüş” anlamına gelmesi, bir bakıma hac ibadetine saygınlık ve kutsiyet atfedilen birtakım özel mekanlar üzerinden Allah’a yürünmesi şeklinde sembolik bir mahiyet kazandırır.
Kur’an-ı Kerim’de özellikle hac törenleri, bu törenlerin yapılacağı zaman ve yerlere ilişkin olarak kullanılan “haram aylar, belde-i haram, hurumatullah, şeairullah” vb. ifadeler, sembolik saygınlık ve kutsiyet ifadeleridir (mesela bk. el-Maide 5/1, 2; el-İsra 17/1; el-Kasas 28/57; el-Ankebut 29/67).
Haccın nostaljik boyutu, inanan bir kimsenin inanç kökleriyle bağlantısını tazelemesi bakımından önemlidir. Müslümanlık açısından düşünüldüğünde İslam peygamberinin ve arkadaşlarının tevhid ve adaleti hakim kılma mücadelesi, bu süreçte yaşanmış acı tatlı anılar, adeta bir film şeridi gibi bu kutsal mekanları ziyaret eden kişinin gözünün önünden geçer. Bu nostalji, inanan kişiye daha yoğun bir dinamizm kazandırır ve daha üst düzeyde bir sahiplenme şuuru verir.
Haccın lahuti boyutu, mahşeri andırmasıdır. Farklı dil, ırk, bölge ve kültürlere, sosyal konum ve ekonomik güce sahip insanların eşit statüde ve aynı renk ve tip elbiseler içinde toplanması, akın akın koşuşturması ve topluca ibadetler etmesi, bir bakıma ahirette yaratıcının huzurunda dirilişi ve toplanışı hatırlatır. Hac mümini ahiretteki bu diriliş ve toplanmaya hazırlar, bu bilinci kazanmasında ona yardımcı olur.
Gerçekten de hac ibadetinde müslüman, İslam’a gönül vermiş olmanın mutluluğunu ve hazzını daha yakından idrak eder, yeryüzündeki bütün müslümanlarla birlikteliğin ve kardeşliğin kolektif şuuruna erer. Dünyanın çeşitli bölgelerinden adeta her biri bir temsilci ve gözlemci sıfatıyla Mekke’ye akın eden müslümanlar, mikat denilen belirli sınırlarda dünyayı, dünyevi farklılığı, hatta bencilliği ve ihtirasları temsil eden elbiselerini çıkarıp hepsini eşitleyen, birleştiren, onları dünya Müslümanlığının bir üyesi olmanın bilincine erdiren ihram elbiselerini giyerler. Artık “ben” yok, “biz” vardır. Müminler bir ufuktan diğerine akan beyazlar seli içinde yok olur, adeta ölmeden önce ölümü ve ahiret hayatını yaşarlar.
İhram, kişinin kendini geçici kaygı ve bağımlılıklardan kurtarışının sembolüdür. İhram süresince toplumsal barışı ve bütünlüğü bozucu, bencilliği uyandırıcı, geride bırakılan geçici haz ve menfaatleri hatırlatıcı mahiyetteki her türlü eşya ve fiiller yasaklanmıştır.
Arafat vakfesi, insanın dünyaya ayak basışını ve kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişini hatırlatır. Hac ruhun Allah’a yükselişini temsil ettiğinden, Kabe hedef değil, belki sonsuzluğa ve bu manevi atmosfere geçişin başlangıcıdır. Kabe etrafında dönerek gerçekleştirilen tavaf, kainatın ve yaratılışın özeti, teslimiyetin ve ilahi kadere boyun eğişin sembolü sayılır. Koşmak anlamına gelen sa‘y, bir canlılık, bir arayıştır, esbaba tevessüldür. Hacda dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken her ibadetin ve şeklin bir anlamı, mümini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır. Hac ibadeti esnasında bu anlam ve bilinci yakalayabilen, haccın hikmetlerine nüfuz edebilen müminler, eski hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler.
Hac onların hayatında kalıcı etkilere sahip bir dönüm noktası olur. Müminin yükümlülük şartları gerçekleştiğinde bir an önce hacca gitmesinin tavsiye edilmiş olmasının bir anlamı da budur. Esasen hac ibadeti, bir bakıma, hem İslam’daki diğer ibadetlerin topluca ve bir arada sergilenişi görünümündedir, hem de namaz, oruç ve zekat ibadetlerinden izler taşır. Hacca giden mümin, namazlarda yönelip durduğu Allah’ın evine bizzat gelmiş, namazda yaşadığı Allah’la buluşma şuurunu daha yakından hissetmeye başlamıştır. İhrama girmek, namazdaki iftitah tekbiri mesabesindedir; her ikisinde de dünya arkada bırakılmaktadır.
İhramlının özel günlerde birtakım dünyevi zevklerden geri durması da oruç ibadetini çağrıştırır. Hac bir yönüyle de toplumsal bütünleşme, kaynaşma ve arınmanın bir anlamda üniversal çapta gerçekleştirilmesidir. Peygamberimiz’in, Allah rızası için hacceden ve haccın özel günlerinde cinsel ilişkiden ve diğer yasaklardan sakınan kimsenin anasından doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olarak memleketine döneceği şeklindeki ifadesi (Buhari, “Muhsar”, 9-10; Müslim, “Hac”, 438), haccın her bakımdan bir büyük arınma oluşuyla ilgilidir.
Haccın dünyevi-insani boyutu da vardır. Hac başta inananların bir güç gösterisi mahiyetindedir. Hacda dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanlar, hem dayanışma ruhunu daha derinden ve daha coşkulu hissetmiş hem de birbirlerinin yanında ve arkasında olduklarını, birbirlerini desteklediklerini münasip bir dil ile başkalarına göstermiş olurlar. Hac bu dayanışma ruhunun canlı tutulmasının bir vesilesidir. Görüşüp tanışmaya vesile olması yanında hac, bir yönüyle de üretilen bilginin tanıtımının yapılacağı uluslararası bir fuar içeriği de taşır.
Hac esnasında günlük giysilerinden soyunup, bembeyaz lekesiz ihram örtülerine bürünen müslümanlar, her türlü gösteriş ve alayişten uzaklaşmayı, ziynet ve servetle böbürlenmemeyi, insanlar arasındaki eşitliği, ölümü ve ötesini hatırlamayı fiilen yaşayıp öğrenmeleri yanında, kötü arzu ve alışkanlıklarından da sıyrılıp, tertemiz yeni bir yaşayışa başlama iradesini de sergilerler. İhramlı için konulan yasaklar, hiç kimseye hatta haşerelere bile zarar vermeme, bütün yaratıklara şefkat ve merhamet, zorluklara sabır, kısaca kişiye düzenli ve disiplinli yaşama melekesi kazandırır.
Böylece hac farizasını eda eden müslümanlar, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıkları gibi çevresindekilere faydalı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış olurlar. Hz. Peygamber işte bu anlayışla haccedenler için “Kim Allah için hacceder de (bu esnada, Allah’ın rızasına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı müstesna) annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner” (Buhari, “Hac”, 4; Müslim, “Hac”, 438) buyurmuştur.
Haccın sebebi ve namazlarda kıblegahımız olan Kabe, yeryüzünde Allah’a ibadet için yapılan ilk binadır. Allah’ın emri ile Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından Mekke’de yapılmıştır. İnşaat tamamlandıktan sonra, Cibril (a.s.) tavafın ve haccın nasıl yapılacağını fiilen göstermiş; Hz. İsmail de bunu Hicaz halkına ögretmiştir. Hz. İbrahim’den sonra müşrikler tarafından haccın zamanı ve eda edilişi üzerinde yapılan tahrif ve değişiklikler, Resul-i Ekrem’in Veda haccındaki uygulaması ile tekrar asli haline dönmüştür. Hz. Peygamber bu haccında İslami haccın nasıl yapılacağını ameli olarak göstermiş, hataları düzeltmiş ve “Hac menasikini benden alın, benden gördüğünüz gibi yapın” (Müslim, “Hac”, 310) buyurmuştur.
Bununla birlikte, Hz. Peygamberin bu uygulamasında hangi fiil ve alt ibadetlerin hac ibadetinin asli ve tali unsurları olduğu, terkedildiğinde nasıl telafi edileceği konusu ayrıntıyla belirtilmediği için, bu husus daha sonraki dönemlerde fakihler arasında tartışmalı kalmış, her bir fıkıh mektebi kendi bakış açısına göre bir değerlendirme yapmıştır. Haccın rükün ve şartları, vacip ve sünnetleri, hac yasaklarının ihlali halinde ne gerekeceği konularındaki farklı ictihadlar, esasen bu değerlendirme farklılıklarını yansıtır. Öte yandan hac ibadeti içinde yer alan ve bir kısmı sembolik davranışlardan ibaret olan fiiller (menasik), çoğunluk itibariyle Hz. Peygamber’den görüldüğü şekliyle yapılması gerektiğinden taabbudi nitelikte ise de, bir kısmı o günkü şart ve imkanlarla da alakalı emir ve tavsiyelerdir. Böyle bir ayırım da hac ibadetinin ifası konusundaki görüş ayrılıklarına zemin hazırlamıştır.