Cinsiyet, insan davranışlarını etkileyen önemli bir güdüdür ve her cins diğerine karşı tabii olarak ilgi duymaktadır (Al-i İmran 3/14; Yusuf 12/23, 24, 30, 32-33). Hz. Peygamber de bir hadisinde, kendisine dünyadan üç şeyin sevdirildiğini belirtmekte ve bunlar arasında “kadın”ı da zikretmektedir (bk. Nesai, “Nisa”, 1).
İnsan tabiatı, cinsi hayatla ilgili üç farklı istek ve ihtiyacın tatminine imkan veren faaliyet ve davranışlara kaynaklık eder: 1. Ruhsal tatmin ve huzur. Eşlerin birbirlerine duyduğu gönül yakınlığı; aralarında sevgi, saygı, bağlanma duygularının canlanmasına, birlikte yaşamayı zevkli hale koyan psikolojik bir ortamın doğmasına yol açar (el-A‘raf 7/189; er-Rum 30/21). 2. Bedensel lezzet ve zevk. Bir ihtiyaç olarak hissedilen cinsi birleşme, kişiye zevk verici bir özelliğe sahiptir. 3. Neslin devamı. Her insan kendinden sonra bu dünyada soyunu devam ettirecek çocuklara sahip olma arzusunu taşımaktadır. Erkek ve kadının ortak cinsi faaliyeti, bu arzunun gerçekleşmesine imkan verir.
İslam dini, insanın fıtratının gerektirdiği cinsi ihtiyaç ve arzuların tatminini son derece tabii karşılamış ve bu konuda fert ve toplumun huzurunu, sağlam ve sağlıklı gelişimini hedef alan düzenlemeler getirmiştir. Cinsiyet güdüsü, insanı kural tanımaz taşkınlıklara sürüklemektedir. Bunun tatmininin sağlayacağı zevk bir amaç haline getirildiğinde ise, insanın ahlaki kişiliği bundan büyük zarar görmektedir. Başı boş ve sorumsuz bir cinsel hayat, nesillerin bozulmasına, insanlar arasındaki gerçek sevgi ve rahmet duygularının yok olmasına, düşmanlık ve anlaşmazlıkların çoğalmasına, ruh ve beden yönünden pek çok hastalığın yayılmasına yol açmaktadır. Bundan dolayıdır ki, müslümanların iffet ve namuslarını korumaları Kur’an’ın bir emridir (en-Nur 24/32, 33). İslam, kadın ve erkeğin nikah akdine dayalı beraberliği dışında, serbest ilişki ve birleşmelere izin vermez. Cinsi ahlakta esas olan iffet ve namusun korunmasıdır ve bunun en uygun yolu da evlenmedir. Çünkü insanın cinsi duygu ve isteğini ortadan kaldırmak mümkün olmadığı gibi, İslam açısından bu istenen bir şey de değildir. Nitekim Hz. Peygamber, Allah’a daha çok ibadet etmek amacıyla cinsi arzularını bütünüyle köreltme yoluna gitmek isteyenleri bundan sakındırmıştır (Buhari, “Nikah”, 8; Müslim, “Nikah”, 6-7). Gençleri evlenmeye teşvik eden Resulullah, bunun insanı günah işlemekten koruyacağını bildirmiş, evlenmek için imkan bulamayanlara da oruç tutmayı ve iffetlerini bu şekilde korumaya çalışmalarını tavsiye etmiştir (Buhari, “Nikah”, 2, “Savm”, 10; Müslim, “Nikah”, 1; Nesai, “Nikah”, 6). Kur’an-ı Kerim’de, eşlerin biri diğerinin iffetini koruma sebebi oluşu, “.onlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesi durumundasınız” (el-Bakara 2/187) anlamındaki ifadelerle belirtilerek buna işaret edilmiştir.
Zina ve fuhşun her çeşidi ile buna götüren yollar İslam’da ahlaka son derece aykırı, kötü bir yol, çirkin bir iş ve bir hayasızlık olarak nitelendirilir (el-En‘am 6/151; el-A‘raf 7/133; el-İsra 17/32). Ayrıca, normal cinsi tabiata aykırı düşen yollardan cinsi tatmin sağlanması da İslam’ın hiç tasvip etmediği bir davranış biçimidir. Kur’an-ı Kerim’de, eşcinsel bir yönelişe saplanıp kalan Lut kavminin davranışı çok sert bir dille tenkit ve reddedilir (el-A‘raf 7/80; el-Hud 11/78, 83; eş-Şuara 26/161-166; el-Ankebut 29/28-29). Erkeğin kendi eşine tenasül organından değil de arka uzvundan yaklaşması, Hz. Peygamber tarafından “küçük livata” olarak adlandırılır ve kesin olarak yasaklanır (Ebu Davud, “Nikah”, 45; Tirmizi, “Taharet”, 102; İbn Mace, “Nikah”, 29). Öte yandan, hayvanla cinsi temas kurulması iğrenç görülmüş, bu fiil ağır bir suç ve günah sayılmıştır (Ebu Davud, “Hudud”, 30; Tirmizi, “Hudud”, 23). El ile cinsi tatmin sağlanması da yine hoş görülmeyen bir davranıştır. Bütün bunlar İslam’da cinsi duygunun ve isteğin tabii karşılandığını, fakat insanın bu duygusuyla başı boş bırakılmayıp onun sağlıklı, düzenli ve huzurlu bir yöne sevkedildiğini, aklın duyguya hakim kılınarak insanın cinsi tabiatının eğitilmek istendiğini gösterir.
Erkek ve kadın olarak her cinsin kendine has özelliklerinin korunması ve kendi tabii yönünde geliştirilmesi, cinsiyet farklılaşmasının doğal sonucudur. Bu bakımdan, kıyafetten başlayarak her türlü bilgi, tavır ve davranışlarda, cinsler arasındaki bu farklılığı dikkate alan ve her cinsin kendi özelliklerine uygun düşen bir eğitim kaçınılmazdır. Hz. Peygamber kadına benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lanet etmiş (Buhari, “Libas”, 61-62; Ebu Davud, “Libas”, 30) ve bu tipler için bazı yaptırımları yürürlüğe koymuştur (Buhari, “Libas”, 61; Müslim, “Selam”, 62). Ayrıca, erkekler için yasakladığı cins ve renkteki giyecekleri erkek çocuklar üzerinde görünce hoşnutsuzluk gösterip müdahale etmiştir (Müsned, IV,171).
Her cinsin kendi özelliğini koruması yanında, bazı temel ahlaki değerlerin de kazandırılmasıyla, sağlıklı bir cinsi eğitim ve gelişim sağlanabilir. Bunun için gerekli olan tedbir ve uygulamalar için en uygun yer aile yuvasıdır. İslam bu konuyu da bazı kurallara bağlamıştır. Buna göre, çocukların zihni ve bünyesel gelişimlerine paralel şekilde cinsi yönden bilgilendirilmesi ve eğitilmesi tavsiye edilir. Ana babanın kendi odalarında örtüsüz bulunabileceği saatlerde çocukların ve diğer ev halkının izinsiz olarak odaya girmemeleri gerekir. Gençler ve yetişkin kişiler de, karı kocanın odasına girerken her defasında izin istemelidir (en-Nur 24/58-59). Böylece karı koca arasındaki cinsiyet hayatı gizliliğini korumalıdır. Erkekle erkeğin, kadınla kadının birlikte aynı yatakta yatması da uygun değildir (Müslim, “Haya”, 73). Çocukların, yedi ya da en geç on yaşlarında yataklarının ayırılması, kız ve erkek çocukların ayrı ayrı yataklarda yatırılmasını tavsiye eden Hz. Peygamber (Ebu Davud, “Salat”, 26; Müsned, II, 180, 187), cinsiyet eğitiminde ana babanın büyük sorumluluğuna da işaret etmiş olmaktadır.