Kur’an-ı Kerim’de, yeryüzünde ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı (el-Bakara 2/29), göklerde ve yerde bulunan her varlık ve imkanın Allah’tan bir lutuf olmak üzere insanın emrine verildiği (el-Casiye 45/13), iyi ve temiz şeylerin helal, pis şeylerin haram kılındığı (el-Maide 5/5; el-A‘raf 7/157) bildirilir.

    Cenab-ı Allah’ın rahman sıfatının sonucu olarak dünya hayatında O’nun bu lutfuna mazhar olan bütün insanlık bunlardan kendi amaçları doğrultusunda ve yapılarına uygun olarak yararlanmaktadır. Hayvanlar da bu imkanlar demetinin önemli bir parçasını oluşturur. Nitekim insanlar, tarih boyunca hayvanları binek veya yük taşıma aracı olarak kullanmak, gücünden, etinden, sütünden, derisinden, tüylerinden yararlanmak suretiyle hayatlarını büyük ölçüde kolaylaştırmışlardır. İnsanoğlu bu çeşit faydaları elde etmeye yönelirken, hayvanların neslinin devamını sağlamada olumlu bir rol da üstlenmiş olmaktadır.



    a) Tarihçe

    Hayvanlardan yararlanma konusunun önemini hiç yitirmeyen hatta her geçen gün daha da önem kazanan yönü hayvani gıdalar ve özellikle hayvan etleridir. Tabiatta bütün imkanların insanlığın emrine verilmiş olduğu gerçeğinden hareketle, her türlü hayvani gıdanın ve özellikle etin yenebileceği düşünülebilirse de, dinler hatta bazı felsefi akımlar bile birtakım kayıtlayıcı hükümler koyduğundan bu konuda hemen her inanç çevresinin kendine has kuralları bulunagelmiştir.

    Bunlardan bazıları oldukça aşırılığa kaçarken bazıları da yasakların sınırını çok daha dar tutmuştur. Mesela, Brahmanlar ve bazı filozoflar hayvan kesmeyi ve hayvan eti yemeyi kendilerine haram kılarak en uç noktada yer almışlardır. Bunların kendileri için bu yasağı koymalarının sebebi, hayvanların kesimini bir canlıya karşı katı kalplilik olarak kabul etmeleridir.

    Üç büyük semavi dinden biri olan Yahudilik’te bu konuda getirilen yasakların gerekçesi farklıdır. Kur’an’da taşkınlıkları ve zulümleri sebebiyle İsrailoğulları’na bazı hayvanların tamamen, bazı hayvanların da belirli kısımlarının haram kılındığı bildirilir. Konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Yahudilere tırnaklı bütün hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz” (el-En‘am 6/146).

    Yahudiliği tamamlamak üzere gelen Hıristiyanlık’ta da durumun böyle olması gerekirken hıristiyanlar, Tevrat’ta kendilerine haram kılınanları helal saymışlar ve Pavlus’un “ağızdan giren şeylerin değil, ağızdan ve kalpten çıkan şeylerin insanı kirleteceği, çarşıda satılan her şeyin yenebileceği” (Matta,
    15/11, 18; Korintoslular’a Birinci Mektup, 10/25) şeklindeki sözlerini esas alıp yeme ve içme sınırını çok geniş tutmuşlardır. Buna bağlı olarak da, Tevrat’ta haram kılınmış olmasına rağmen domuz eti yemeyi helal saymışlardır.

    Cahiliye Arapları batıl inançlara dayalı olarak bazı özelliklerdeki hayvanlara belirli isimler vermişler, bunları putlara kurban etmek veya putlar adına serbest bırakmak suretiyle bir kısım hayvanları kendilerine haram kılmışlardır. Mesela onlar, beş batın doğuran ve beşinci yavrusu erkek olan devenin kulağını yarıp serbest bırakırlar, artık o hayvandan yararlanmayı ve o hayvanın -kime ait olursa olsunsu içmesine ya da otlaklarda beslenmesine müdahale edilmesini yasak sayarlardı; böyle hayvanlara bahira denirdi. Bir yolculuktan salimen dönmeye yahut bir hastalıktan kurtulmaya bağlı olarak putlara adanan dişi deve de saibe adını alır ve serbest bırakılırdı. Koyun dişi doğurursa kendilerinin, erkek doğurursa putların olurdu; fakat hem dişi hem erkek doğurduğunda artık erkeği kurban etmezler, bu koyuna vasile derlerdi. Bir erkek devenin dölünden on batın doğarsa bu deve koruma altına alınır ve ona binilmez, yük taşıtılmazdı; bu hayvana ham denirdi. Kur’an-ı Kerim’de bu batıl inanç ve adetler temelden reddedilmiş, bazı hayvanların “bahira”, “saibe”, “vasile” ve “ham” gibi isimlendirmelerle özel hükümlere tabi tutulup haram sayılması Allah’a yapılan bir iftira olarak nitelendirilmiştir (el-Maide 5/103). Müşriklerin bu saçma düşünce ve uygulamalarına başka ayetlerde de yerme ifadeleri ile işaret edilmiştir (mesela bk. el-En‘am 6/136, 138-140, 143-144).

    b) İlke ve Amaçlar

    İslam dininde ise, yeryüzündeki her türlü imkan ve nimetin Allah’ın insanoğluna lutuf ve ihsanı olduğu, şükrünü eda etmeleri kaydıyla bunlardan yararlanabilecekleri bildirilmiş, aynı anlayışın bir devamı olarak hayvanlardan ve özellikle etlerinden yararlanılması özendirilmiş, bu konuda sınırlı sayıda yasaklama ve kısıtlama getirilerek bunlara uyulması istenmiştir (elEn‘am 6/142, 145). İslam dininin getirdiği kayıtlayıcı hükümler, bu konuda yeryüzünde gelenek ve inanç çevreleri arasında orta bir yolu temsil ettiği gibi insan tabiatıyla ve önceki semavi dinlerle de uyum gösterir.

    Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde yenmesi helal ve haram olan etler ile ilgili bazı açıklamalar yer almıştır. Bu açıklamalar bir bütün olarak göz önüne alındığında, her şeyden önce etleri yenebilecek hayvanlarla ilgili bir liste verme yönüne gidilmediği, sadece belli ilke ve ölçüler getirilmekle yetinildiği görülür.

    Kur’an’da, yeryüzündeki bütün imkanların insanlığın emrine verilmiş olduğu vurgulandığı için, İslamiyet’te bu konudaki temel kuralın helallik olduğu, aksi yönde delil bulunduğu takdirde haramlık hükmünün söz konusu olabileceği anlayışı İslam bilginlerinin çoğunluğunca benimsenmiştir.

    Gerçekten Kur’an-ı Kerim’de, yenmesi helal olan etlerin ayrı ayrı belirtilmesi yönüne gidilmemiş, Allah’ın nimetlerini hatırlatmak ve müslümana yaraşan şeylerin yenmesi gerektiğini vurgulamak üzere “iyi ve temiz şeylerin helal kılındığı” (mesela bk. el-Bakara 2/172; el-Maide 5/4; el-A‘raf 7/32) ifadeleri ile yetinilmiş, bu cümleden olmak üzere en çok yenmesi mutat olan koyun, deve ve sığır gibi türlere (behimetü’l-en‘am) işaret edilmiştir (el-Maide 5/1).

    Kur’an’da yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası ise, “tayyibat” (iyi ve temiz) sayılamayacak “habais” (pis ve iğrenç) şeylerin yenmemesi gereğidir. Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin alınmaması İslam’ın genel ilkelerinin (mesela bk. el-Bakara 2/195) gereklerindendir. Bu konudaki somut yasaklar, bazı ayetlerde (el-Maide 5/3) on madde halinde sayılmış ise de -aşağıda açıklanacağı üzerebunların bir kısmı aynı grup içinde düşünülerek tamamının Bakara suresinin 173. ayetinde yer alan dört ana maddede toplanması mümkündür. Bunlar da; kendiliğinden veya dini usulde boğazlanmaksızın ölmüş hayvan (meyte), akıtılmış kan, domuz ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlardır.

    Hz. Peygamber’in sünneti, Kur’an-ı Kerim’deki bu yasaklamaları teyit eden ifadelerin yanı sıra, “pis ve iğrenç” yiyeceklerin özelliklerine ilişkin detaylandırıcı açıklamalar da içermektedir. Mesela Hz. Peygamber “yırtıcı hayvanlar”ın (zi nab: ağzının dört yanında uzun ve sivri dişleri olan hayvanlar) ve “yırtıcı kuşlar”ın (zi mihleb: pençesi ile avını parçalayan kuşlar) etlerinin yenmeyeceği özellikle belirtilmiştir (Müslim, “Sayd”, 15, 16; Ebu Davud, “Et’ime”, 32; Tirmizi, “Sayd”, 9, 11). Ayrıca Resulullah’tan bazı hayvanların etleri ile ilgili hadisler de rivayet edilmiştir. Bu konuda dikkat edilmesi gerekli bir husus, Hz. Peygamber’in yiyecekler konusunda bütün uygulamalarının ve şahsi tercihlerinin daima dini bir emir veya yasak olarak değerlendirilmemesi gereğidir. Mesela şu olay bu noktaya ışık tutmaktadır: Abdullah b. Abbas ve Halid b. Velid Hz. Peygamber’le birlikte Hz. Meymune’nin evinde yemeğe oturmuşlar ve önlerine -Necid taraflarından ev sahibesinin bir akrabasının getirdiğikızarmış bir iri keler konmuştu. Resul-i Ekrem yemeyince İbn Abbas “Bunu yemek haram mıdır ey Allah’ın resulü?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Hayır, fakat bizim taraflarda olmayan bir yemektir, hoşuma gitmediği için yemiyorum” buyurdu. Halid b. Velid bu olayla ilgili olarak, “Sonra ben o yemeği önüme çektim ve yedim; Resulullah da yediğimi görüyordu” demiştir (Buhari, “ez-Zebaih ve’s-sayd”, 33).

    Kitap ve Sünnet’in, hayvanların etleri ile ilgili olarak getirmiş olduğu sınırlamalar incelendiğinde, bunların, mükellefleri bazı nimetlerden mahrum bırakarak cezalandırma yahut bazı yiyeceklere kutsallık verme amacına yönelik olmadığı, temel amacın -diğer bütün dini değerlendirmelerde olduğu gibimüslümanları insanlık onur ve haysiyetine yaraşır davranışlara yöneltme, onların faydasına olan cihetleri gözetme (yarar sağlayıp zararı savma) olduğu görülür. Gerçekte, bu konudaki yasakların her birinde iyi bir tetkik sonunda kavranabilecek birçok hikmet bulunduğu söylenebilir. Yine bu konudaki yasakların, müslümanlara, onları diğer dinlerin mensuplarından ayırt edici özellikler sağladığı da bir gerçektir. Fakat bütün bunların ötesinde, ilahi buyruk ve yasaklar, Allah’ın iradesine canı gönülden boyun eğenleri diğerlerinden ayırt eden bir sınav oluşturma hikmet ve amacında birleşir.

    İslam bilginleri, belirtilen amaç ve ilkeler ışığında ictihad ederek hangi hayvanların etinin helal ve haram olduğunu ya tek tek veya gruplandırarak belirlemeye çalışmışlardır. Bu belirlemelerde, bazı hadislerin sahih kabul edilip edilmemesi veya farklı yorumlanmasının yanı sıra, mahalli adet ve damak zevkinin, ilkeyi somut olaylara uygulamadaki değerlendirme farklılıklarının, hatta aynı hayvanın değişik yerlerde çeşitli isimlerle anılmakta oluşunun etkili olduğu bir gerçektir. Öte yandan, yeryüzündeki bütün hayvan cinslerinin ismen fıkıh eserlerinde anılmış olmasının beklenemeyeceği de açıktır. Bu sebeple de fıkıh kültüründe eti yenen ve yenmeyen hayvanlar konusunda zengin bir bilgi birikimine ve birbirinden oldukça farklı görüş ve temayüllere rastlanır.

    c) Kara Hayvanları

    Kara hayvanları özelliklerine göre gruplandırılarak etinin yenmesinin dini hükmü açıklanabilir.

    a) Etlerinin yenmesinin helal olduğunda görüş birliği bulunan hayvanlar dört gruptur:

    1. Sığır, manda, koyun, keçi, deve, tavşan, tavuk, kaz, ördek, hindi türünden evcil hayvanların,

    2. Geyik, ceylan, dağ keçisi, yabani sığır ve zebra gibi vahşi hayvanların,

    3. Güvercin, serçe, bıldırcın, sığırcık, balıkçıl gibi kuşların etlerinin helal olduğunda fakihler görüş birliğindedir. Bu sayılanların bir kısmının helalliği Kur’an’da tasrih edilmiş (el-Maide 5/1; el-Hac 22/28, 30), diğerleri de Kur’an’ın “yiyiniz” dediği iyi ve temiz şeyler kapsamında görülmüştür. Bu hayvanların yırtıcı olmadığı yani ağızlarının dört yanındaki uzun ve sivri dişleri ile veya pençeleriyle kapıp avlanmadığı ve kendilerini savunmadıkları da açıktır.

    4. Çekirge de, sünnette yenebileceğine dair özel hüküm bulunması sebebiyle yenmesi helal hayvanlar grubunda yer almıştır (Buhari, “Zebaih”, 13; Müslim, “Zebaih”, 52).

    b) Etlerinin yenmesinin haram olduğunda görüş birliği bulunan hayvanlar ise üç gruptur:

    l. Domuzun haram olduğu Kur’an’ın açık hükmüyle sabittir (el-Bakara
    2/173). Kur’an’da tür olarak yasaklanan tek hayvan domuzdur. Domuzun çeşitli parçalarından yararlanmanın dini hükmü aşağıda ayrıca ele alınacaktır.

    2. Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etlerinin haram olduğu da yine Kur’an’ın hükmüne dayanır (aş. bk.). Bu İslam’ın tevhid akidesine verdiği önemin ve şirke karşı aldığı kesin tavrın bir sonucudur. Cahiliye döneminde Araplar putlar adına kurban kesip Kabe’nin duvarına bırakırlardı. Hayvanların kesiminde Allah’ın adının anılmasının emredilmiş olması da bu sebepledir. Törenlerde, açılış ve karşılamalarda kesilen hayvanlar ise, Allah’ın adı anılarak kesildiği, uğruna kesilen şahıs veya kuruma bir kutsiyet atfedilmediği sürece bu grupta yer almaz.

    3. Meyte tabir edilen, dini usulde kesilmemiş veya kendiliğinden ölmüş hayvanın etinin haram olduğu da yine Kur’an’ın açık hükmüne dayanır. Bakara suresinin 173. ayetinde, “Allah size meyteyi (dini usullere göre boğazlanmadan ölmüş hayvan etini), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına boğazlanmış hayvanı haram kılmıştır”, Maide suresinin 3. ayetinde de, “Meyte, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanmış, boğulmuş, darbe ile (bir yerine vurularak) öldürülmüş, (yukarıdan) yuvarlanarak ölmüş, (başka hayvan tarafından) süsülerek ölmüş, -ölmeden yetişip boğazladıklarınız müstesnayırtıcı hayvan tarafından yenmiş (yırtıcı hayvan artığı), dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar. size haram kılındı” buyurularak bir önceki ayetin hükmüne açıklık getirilmiştir.

    Birinci ayette üç türlü hayvan etinin haram olduğu bildirilmektedir: Ölü hayvan eti, domuz eti ve Allah’tan başkası adına boğazlanmış hayvan eti. İkinci ayette bunlar tekrarlandığı gibi, ayrıca altı madde sayılmaktadır. Fakat bunlardan beşi (boğulmuş, darbe ile bir yerine vurulup öldürülmüş, yüksekten yuvarlanıp ölmüş, başka hayvan tarafından süsülüp ölmüş, yırtıcı hayvan artığı) esasen ilk ayetteki birinci madde kapsamındadır, yani bunlar da meyte hükmündedir. Altıncı madde ise (dikili taşlar, putlar üzerine boğazlanmış hayvan) birinci ayetin son maddesi kapsamındadır, yani Allah’tan başkası adına kesilenlerdendir. İşte bu ayetlerde sayılan hayvan etlerinin haram olduğu hususunda bütün İslam bilginleri fikir birliği içindedir.

    c) Yukarıda sayılan grupların dışında kalan hayvanların etlerinin yenmesinin dini hükmü fakihler arasında tartışmalıdır. Bazı hayvanlar fakihlerin ittifaka yakın derecede büyük çoğunluğu tarafından haram veya helal sayılırken bazı hayvanlarda görüşlerin dengeli şekilde dağıldığı görülür.

    1. Yırtıcı hayvanlar grubundan olan yani alt ve üst çenesindeki dört uzun ve sivri dişleri ile kapıp avlanan ve kendisini bu yolla savunan -evcil olsun olmasınkurt, aslan, kaplan, pars, maymun, sırtlan, köpek, kedi gibi hayvanlar ile pençesiyle kapıp avlanan şahin, doğan, kartal, akbaba gibi yırtıcı kuşlar, bu özellikte olmasa bile genelde pislikle beslenen kuzgun, karga gibi kuşlar, tabiatı itibariyle iğrenç bulunan fare, yılan gibi hayvanlar, akrep, sinek, örümcek gibi haşerat fakihlerin büyük çoğunluğu tarafından haram görülmüştür.

    Maliki bilginlerin bir kısmına göre aslan, kaplan gibi yırtıcı hayvanların etlerini yemek helaldir, bir kısmına göre haram olmamakla beraber mekruhtur. Maliki mezhebinde meşhur görüşe göre şahin, kartal gibi yırtıcı kuşların ve pislikle beslenen kuşların yenmesi de mekruhtur. Bu alimler Kur’an’da sadece domuzun haram kılınmış olmasından, ayetteki genel iznin hadisle sınırlanamayacağı noktasından hareket etmişlerdir.

    2. Eti yenen hayvanların tesbitinde çerçeveyi en dar tutanların Hanefiler, en geniş tutanların ise Malikiler olduğu söylenebilirse de bu çerçeve içinde pek çok görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bazı hayvanların saldırganlık özelliği, avını tutma ve yeme şekli ile tabiatı itibariyle iğrenç sayılıp sayılmaması hususunda farklı değerlendirmeler bulunduğu için etlerinin hükmü hakkında da ihtilaf edilmiştir. Mesela tilki, Hanefiler’den Ebu Yusuf ve Muhammed’e, Şafiiler’e, -bir rivayetteHanbeliler’e ve bazı Malikiler’e göre helal sayılmıştır. Yine bu değerlendirmeler çerçevesinde olmak üzere, ayı Hanefi ve Şafiiler’e göre haram, Maliki ve Hanbeliler’e göre helal, zürafa Şafiiler’de mutemet görüşe göre haram, diğer üç mezhepte helal kabul edilmiştir. Keza tavus kuşu ve papağan Şafii mezhebinde haram, diğer üç mezhepte helal, kirpi Hanefi ve Hanbeliler’de haram, Şafii ve Malikiler’de helal sayılmıştır.

    Bu çerçeve dahilinde pek çok detay ve görüş farklılığı bulunmaktadır. Hanefiler’e göre -yukarıda sayılanlar dışındayenmesi caiz görülmeyen belli başlı hayvanlar şunlardır: Çakal, sincap, samur, sansar, sırtlan, keler, gelincik, çaylak, kuzgun, baykuş, atmaca, kaplumbağa, köstebek, kertenkele, salyangoz ve her türlü haşerat.

    Hakkında hadis bulunması veya bir hadis ile ilgi kurulması dolayısıyla yenmesinin caiz olup olmadığına dair farklı görüş belirtilen hayvanlar da vardır. Bunların başlıcaları şunlardır:

    3. Tavşan eti, dört Sünni mezhebe göre helal olmakla birlikte, bazı sahabe ve tabiin bilginleri ile müctehid imamlardan İbn Ebu Leyla’ya göre tahrimen mekruhtur.

    4. At eti, dört mezhepte genel kabul gören görüşe göre helaldir; Ebu Hanife’ye göre ise tahrimen mekruhtur. Hanefi literatüründen zahirü’r-rivaye eserlerinde “mekruh”, Hasan b. Ziyad rivayetinde “haram” nitelemesi geçmekte ise de, asıl belirtilmek istenen husus bunu yemenin helal olmadığıdır. İmameyn ise (Ebu Yusuf ve Muhammed) at eti yemeyi mekruh saymamışlardır. Fakat bazı Hanefi bilginlerin görüşü doğrultusunda olmak üzere Hanefi mezhebinde tenzihen mekruh görüşü yaygındır. Maliki mezhebi içinde de at eti yemeyi haram görenler ve tenzihen mekruh sayanlar vardır.

    5. Evcil eşek eti konusunda dört mezhepçe genellikle kabul edilen hüküm, ehli merkeplerin etinin haram olduğu yönündedir. Maliki bilginlerin bir kısmı bunu tenzihen mekruh saymış, bazı sahabilerden ve Hanefi bilgin Bişr el-Merisi’den ehli eşek etinin helal olduğu görüşü nakledilmiştir.

    6. Katır ve benzerlerinin etine gelince, iki ayrı türden hayvanın birleşmesi ile meydana gelen hayvanın konusunda üç durum söz konusudur: a) Her iki tür, eti helal olanlardan ise, bunlardan meydana gelen hayvanın eti de helaldir. b) Her iki tür, eti haram olanlardan ise, bunlardan meydana gelen hayvanın eti de haramdır. c) Biri eti helal olanlardan diğeri haram olanlardan ise, Hanefi ve Malikiler’e göre hükümde ananın türü esas alınır; Şafii ve Hanbeliler’e göre helal olmayan taraf esas alınır. Buna göre dört mezhepte de anası eşek olan katırın haram olduğu görüşü yaygındır. Anası at ise, Ebu Hanife’ye göre mekruhtur; Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre mekruh değildir. Ayrıca, anasının at veya eşek olması hususunda ayırım gözetmeden -başka delillere dayanarakkatır etinin mekruh olduğunu savunan bir görüş de vardır.

    d) Su Hayvanları

    Kur’an-ı Kerim’de deniz avının ve denizden elde edilen yiyeceğin helal olduğu bildirilmiş (el-Maide 5/96; el-Fatır 35/12), Hz Peygamber de deniz hakkında sorulan bir soruya “Onun suyu temiz, meytesi (içinde ölen) helaldir” şeklinde cevap vermiştir (Ebu Davud, “Taharet”, 41; Tirmizi, “Taharet”,
    52). Gerek bu açıklamalar gerekse hakkında özel bir hüküm bulunmayan konularda mubahlığın esas alınması ilkesi suda yaşayan hayvanlarla ilgili hükmün temelini teşkil eder.

    1. Balık türleri bütün mezheplere göre helaldir, boğazlama işlemine de gerek yoktur. Şu var ki, Hanefiler’e göre kendiliğinden ölmüş ve su üzerine çıkmış balıklar yenmez. Hanefiler’in bu görüşü sağlık açısından ihtiyatı tercih etmiş olmalarından kaynaklanır. Fakat suyun çok sıcak veya soğuk olmasından, buzlar arasına sıkışmaktan, su içine hapsedilmekten ve suyun çekilmesinden ötürü ölen balıklar kendiliğinden ölmüş sayılmaz, yenebilir. Yine, balık avlamak üzere suya balık otu atıldığında balıklar ele geçirilmeden ölse ve onların bu yüzden öldüğü bilinse, keza kılıç balığı gibi büyük balıklar avlandığında sudan çıkmadan başına sert bir cisim vurularak öldürülse, yenebilir.

    2. Balık türü dışında kalan (midye, kurbağa, yengeç gibi) su hayvanlarını yemek Hanefiler’e göre helal değildir. Diğer üç mezhebe göre ise, sadece suda yaşayan her türlü hayvan -kendiliğinden ölmüş bile olsa yenebilir, helaldir. Şafii mezhebinde, Hanefiler’in paralelinde bir görüş ile su hayvanlarından eti yenen kara hayvanlarına benzeyenleri helal, eti yenmeyen kara hayvanlarına benzeyenleri haram sayan bir görüş de vardır.

    Hanefiler Maide suresinin 3. ayetinde geçen “meyte” lafzını mutlak şekilde yorumlamışlar, ayrıca balık dışındaki türleri “habais” (iğrenç şeyler) kapsamında kabul etmişlerdir. Fakihlerin çoğunluğu Maide suresinin 96. ayetindeki “deniz avı” ifadesinin umumunu (kapsamlı oluşunu) esas almışlar ve ayrıca Hz. Peygamber’in “Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir” (Ebu Davud, “Taharet”, 41; Tirmizi, “Taharet”, 52) anlamındaki hadisine dayanmışlardır.

    e) Hem Karada Hem Suda Yaşayan Hayvanlar

    Hem karada hem suda yaşayan kurbağa, kaplumbağa, yengeç, yılan, timsah gibi hayvanlar hakkında üç görüş vardır: Hanefiler’e ve Şafiiler’e göre bunları yemek helal değildir. Malikiler’e göre bu tür hayvanlar yenebilir, helaldir. Hanbeliler’e göre timsah, kurbağa ve yılanın yenmesi helal değildir, diğerleri yenebilir. Ancak bunlardan, akıcı kanı olan (kaplumbağa, su aygırı gibi) hayvanlar için boğazlama işlemi gerekir, akıcı kanı olmayanlar için boğazlama da gerekmez. Yengecin akıcı kanı olmamakla beraber mezhepte yaygın görüş, herhangi bir yerini keserek boğazlama yerine geçecek bir işlemin (tezkiye) yapılması gerektiği yönündedir. Ahmed b. Hanbel’den ise tezkiye gerekmediği rivayet edilmiştir.

    f) Hayvan Etleri ile İlgili Bazı Meseleler

    Etinin yenmesi helal sayılan bir hayvanın usulüne göre boğazlanması (tezkiye), avlanma yoluyla elde edilecekse bu konudaki dini şartlara uyulması gerekir. Her iki konu da ileride ayrıca ele alınacaktır.

    Etinin yenmesi helal olmakla beraber, pislik yemiş olan kara hayvanlarının (cellale) bekletilmeden kesilip yenmesi hemen bütün mezheplerce mekruh görülmüştür. Ahmed b. Hanbel’den mekruh ve haram olduğuna dair iki rivayet vardır; Malikiler’de yaygın görüş mekruh olmadığı yönündedir. Bu tür hayvanlar bir süre temiz yiyeceklerle beslenmeli, etindeki kötü kokunun gitmesi sağlanmalıdır. Fıkıh kitaplarında, bu durumdaki tavuklar için üç gün, koyunlar için dört gün, sığır ve develer için on gün gibi süreler belirtilmiş ise de aslolan hayvandaki pis kokunun gitmesini sağlayacak bir süre beklenmesidir.

    Balıkların temiz olmayan sularda bulunmuş olması, etlerinin yenmesine engel değildir. Balığın yuttuğu balık da -eğer parçalanmamışsayenebilir.

    Etinin yenmesi helal türlerden bile olsa, canlı hayvandan -henüz boğazlama yapılmadankoparılan parça, meyte (murdar) hükmündedir; yenmesi bütün bilginlere göre haramdır. Usulünce kesilmiş hayvanın da yenmesi caiz görülmeyen bazı organ ve cüzleri vardır.

    Hayvanların yumurtası ve sütü genellikle etlerinin hükmüne bağlanmıştır; ancak bazı ayrıntılar vardır. Buna göre, etinin yenmesi caiz olan bir hayvandan ister canlı iken ister dini usulüne göre boğazlandıktan sonra (ya da balık gibi boğazlamaya gerek olmayan hayvanlardan ölü halinde) çıkan yumurtanın yenmesi -bozulmuş olmadıkçacaizdir; bu hususta İslam bilginleri fikir birliği içindedir. Etinin yenmesi caiz olan fakat dini usulüne göre boğazlanmadan ölmüş bir hayvandan çıkan yumurta sertleşmişse yenebilir, aksi halde yenmez. Etinin yenmesi caiz olmayan hayvanın yumurtasına gelince, Hanefiler’e ve Hanbeliler’e göre bunun yenmesi caiz değildir. Şafiiler’e göre -domuz, köpek ve bunlardan doğmuş hayvanlar hariçcanlı halinde iken bütün hayvanlar temiz olduğundan, eti yenmeyen hayvanların da canlı iken yaptıkları yumurta temizdir ve yenebilir. Maliki fakihleri de yumurtlayan hayvanlarda eti yenen ve yenmeyen ayırımı yapmayıp, zararlı değilse bunların yumurtalarının yenebileceği görüşündedir.

    Süt, dört mezhebe göre etin hükmüne tabidir. İnsan eti, saygınlığına binaen haram kılınmıştır. Ancak sütü haram değildir. Ebu Hanife’den at etinin haram veya mekruh olduğuna dair nakledilen görüşü esas alan bazı bilginler sütünü de haram veya mekruh olarak nitelendirmişlerse de, mezhepte sahih kabul edilen görüşe göre atın sütü mubahtır, çünkü eti pis olduğu için değil cihad aracı olduğu için yasaklanmıştır.

    Eti yenen bir hayvan boğazlandığında karnından çıkan yavru ile hemen doğum sonrası ölen yavru hakkında, hayvanların deri, boynuz, kıl gibi parçalarından yararlanmanın hükmü hakkında özel hükümler mevcut olup bu konuya ileride temas edilecektir.

    g) Domuzla İlgili Fıkhi Hükümler

    Domuz etinin yenmesi gerek Kur’an’da (el-Bakara 2/173; en-Nahl 16/115) gerekse Hz. Peygamber’in hadislerinde açık ve kesin bir ifade ile müslümanlara yasak kılınmış, ümmetin icmaı ve uygulaması da bu yönde olmuştur. Zaten İslam’da yiyecek ve içeceklerden haram kılınanlar oldukça sınırlıdır ve bunların başında da domuz eti yer alır. Hatta Kur’an’da tür itibariyle haram kılınan tek hayvan domuzdur.

    Esasen domuz etinin yenmesi bütün ilahi menşeli dinlerde, söz gelimi Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta da haramdır. Tevrat’ta domuzun murdar olduğu belirtilip etinin yenmesi ve ölüsüne dokunulması yasaklanmıştır (Tesniye, 14/8).

    İncil’de domuz yer yer aşağılandığı halde (bk. Matta, 7/6; Markos, 5/11-14) etinin yenmesini yasaklayan açık bir ifade yoktur. Ancak bu durum, Hıristiyanlığı bu yönde köklü alışkanlıkları olan toplumlara benimsetebilmek maksadıyla Pavlus’un domuz etini yasaklayan ibareleri İncil’den çıkarıp “İnsanı ağızdan giren değil ağızdan çıkan kirletir” (Matta, 15/11, 18) hükmünü esas aldığı ve “Çarşıda alınıp satılan şeyler yenebilir” (Korintoslular’a Birinci Mektup, 10/25) gibi ifadelerle bu yönde bir uygulama başlattığı şeklinde açıklanmaktadır.

    Kur’an’da akıtılmış kan ile domuz, meyte ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etinin haram kılındığı birkaç defa tekrar edilir (el-Bakara 2/173; el-Maide 5/3; el-En‘am 6/145; en-Nahl 16/115). Yine Kur’an’da temiz olan her şeyin insanlar için helal, pis olan şeylerin de haram kılındığı bildirilir (el-A‘raf 7/157; Taha 20/81; el-Mü’minun 23/51). Hz. Peygamber de bu yasağı devamlı teyit etmiş, “Allah ve resulü şarabın, ölü hayvan etinin, domuzun ve putların alım satımını haram kılmıştır” buyurmuş, hadisin devamında da meytenin yağının gemilerin cilalanmasında, derilerin yağlanmasında ve aydınlatmada kullanılmasının da haram olduğunu ifade etmiştir (Buhari, “Büyu‘”, 112; Ebu Davud, “Büyu‘”, 66; Tirmizi, “Büyu‘”, 61). Yeme açısından domuzun etiyle yağının arasında fark olmayıp ikisinin de haram olduğunda İslam hukukçuları görüş birliği içindedir.

    Domuzun cüzlerinin, söz gelimi iç yağının gıda dışındaki amaçlarla kullanılmasına gelince, İslam hukukçularının çoğunluğu ilgili ayet ve hadisleri yorumlayarak bunların da necis ve haram olduğu sonucuna varmışlardır.

    İslam bilginleri domuz etinin haram kılınmasını açıklamak amacıyla, domuz etinin insan sağlığını ve tabiatını olumsuz yönde etkileme özelliği üzerinde ısrarla durur, bu hususta birçok akli, tecrübi ve ilmi açıklamada bulunurlar. Ancak, bu anlatılanlar domuz etinin haram kılınmasının gerçek sebebi (illeti) olmadığından, haramlık hükmü zikredilen sakıncaların olup olmamasına göre değişiklik göstermez. XX. yüzyılda gelişen teknolojik imkanların bu sakıncaları bertaraf etmesi, domuz eti ve yağının başka terkip ve şekiller altında hazırlanması veya katkı maddesi olarak kullanılması da dinin bu açık yasağını kaldırmaz. Çünkü, dinin emir ve yasaklarının mutlaka makul bir sebebi ve açıklaması olsa bile, bunun tamamının bugün için kavranabileceğini ve gerçek sebebin bulunabileceğini ileri sürmek ölçüsüz bir iddia olur. İlmi gelişmeler ve tecrübeler arttıkça dinin emir ve yasaklarındaki hikmet ve gaye daha iyi anlaşılmaktadır. Öte yandan müslüman açısından İslam’ın emir ve yasakları, doğruluğuna inanılan gerçekler olup iyi müslüman olma bunlara sıkı sıkıya bağlı olmakla mümkün olur.

    İslam toplumlarında domuz etinin ve yağının yenmesinin haramlığı konusunda gerek uygulamada gerekse hukuk doktrininde görüş birliği vardır. Ancak etinin yenmesi hariç domuzla ilgili birçok fıkhi mesele tartışılmıştır. Bunlar arasında, domuzun ağzını sürdüğü kabın ve suyun hükmü, kılının, derisinin, kemiğinin kullanımı, domuzun alım satımı, telef edildiğinde tazmininin gerekip gerekmediği sayılabilir.

    Ana hatlarıyla ifade etmek gerekirse, domuz İslam hukukunda müslümanlar açısından hukuken değerli mal (mütekavvim mal) sayılmaz. Bir müslümanın domuz üzerinde mülkiyet hakkı olamayacağı gibi kasten telef edilmesi halinde tazmini ve çalınması halinde çalanın cezalandırılması gerekmez. Domuzun gayri müslimlere nisbetle mal hükmünde olup olmadığı ise tartışmalıdır. Hanefi ve Malikiler’e göre maldır, gayri müslime ait bir domuz haksız yere telef edilmişse tazmin edilmesi gerekir.

    İslam hukukçularının büyük çoğunluğu domuzun canlı iken de necis olduğu, bu sebeple salyasının, terinin vs. bulaştığı şeyin de necis olduğu görüşündedir. Bu sebeple de ağzını sürdüğü kabın, biri toprakla olmak üzere yedi defa yıkanması gerektiğini söylerler. Maliki hukukçular ise canlı olduğu sürece köpek gibi domuzun da necis olmadığı görüşündedir. Bu ihtilafın pratik sonucu domuzun girip çıktığı veya salyasını bulaştırdığı suyun temizliği ve temizlenmesi konusunda kendini gösterir. İslam hukukçularının çoğunluğu domuzun derisinin tabaklansa bile kullanılmayacağı, necis olduğu görüşünde iken, Zahiriler, Ebu Yusuf, İbn Hazm gibi bazı hukukçular tabaklanan domuz derisinin kullanılabileceği görüşündedir. Bir kısım hukukçu da bu derinin tulum gibi sıvı maddelerde değil de örtü, sergi, çadır gibi suyla temas ettirilmeden kullanılabileceğini söyler. Domuzun kılının iğne ve badana fırçası olarak kullanılmasının İslam hukukçularının çoğunluğu tarafından caiz görülmesi de buna o dönemde olan ihtiyaç sebebiyledir. Domuzun eriyip çürüyüp başka bir maddeye dönüşmesi halinde İslam hukukçuların çoğunluğuna göre bu yeni oluşan maddenin hükmü esas alınır. Bazı koruyucu terkiplerin içinde domuz vb.nin yağının bulunması da, istihale ve temize karışma yoluyla değişme konusunda hakim olan ölçü ve yaklaşımdan hareketle hükme bağlanabilir.