Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! İçki (hamr), kumar, putlar, şans okları şeytan işi birer pisliktir.

    O halde bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz” (el-Maide 5/90) buyurularak şarabın içilmesi haram kılınmış, Kur’an’ın bu hükmünden ve Hz. Peygamber’in özel açıklamalarından sarhoş edici diğer içki türlerinin de bu haramın kapsamında olduğu anlaşılmıştır. Konunun içki türlerinin haramlığıyla ilgili fıkhi boyutu daha önce ele alınmıştı. Sarhoşluğun hukuki sonuçları ise, sarhoşluğun mubah veya haram yolla oluşuna göre farklılık arzeder.



    Dinen haram kılınan sarhoşluk, bilerek ve isteyerek içki içme suretiyle sarhoş olmadır, yani iradi sarhoşluktur. Bazı ilaçların veya meşru olan bazı içecek ve yiyeceklerin alınması, zorlanarak içki içirilmesi yahut da susuzluktan ölecek dereceye gelip başka içecek bulamayan kimsenin içki içmesi durumunda meydana gelen sarhoşluk ise mubah yolla sarhoşluk olarak nitelendirilir. Bu yoldan sarhoş olan kişiler, uyuyan ve baygınlara uygulanan hükümlere tabidirler. Kendilerine bedeni ceza uygulanamayacağı gibi, boşama, alım satım gibi tasarrufları da geçerli olmaz. Ancak başkalarına verdikleri zararları tazmin ile mükellef tutulurlar. Çünkü tazminat, yaptıkları fiillerin cezası değil, verdikleri zararların bedel ve karşılığıdır; bu konudaki hükümler vücub ehliyetine dayandırılmaktadır.

    Bile bile içki ve benzeri maddeler alınarak meydana gelen sarhoşluk ise dini literatürde “haram yolla sarhoşluk” olarak adlandırılır. Bu nevi sarhoşluk eda ehliyetini ortadan kaldırmaz. Bu yoldan sarhoş olan kişi şer‘i hükümlerle yükümlü olduğu için dini vecibelerini vaktinde yerine getirmediğinden ötürü günahkar olur. Alım satım gibi hukuki tasarrufları geçerlidir. Çünkü kendi iradesi dışında akli melekelerini kullanma imkanını yitirmiş değildir, aksine kendi isyankar davranışı ile hitabı anlama kabiliyeti geçici olarak ortadan kalkmıştır. İşte bu yüzden haram olan bu fiili işlemekten menetmek ve işleyeni cezalandırmak için ibadetleri vaktinden sonraya bırakmasının günahına katlanma ve namaz, oruç gibi kazası mümkün olan ibadetleri kaza etme yükümlülüğü uhdesinde bırakılmıştır. Bu yoldan sarhoş olan kişi, adam öldürme, zina gibi bedeni cezayı gerektiren bir suç işlediğinde, sarhoş olması bu cezaları düşürmez ve sarhoşluk, suçlunun cezalandırılmasında hafifletici bir sebep kabul edilmez. Bu görüş Hanefiler başta olmak üzere, ekseri Malikiler, Şafiiler ve Hanbeliler tarafından benimsenmiştir.

    Dört mezhebe mensup bir kısım İslam hukukçuları ise, geçerli bir irade bulunmadığını ileri sürerek sarhoşun sözlü tasarruflarının geçersiz sayılması gerektiğini savunmuşlardır. Hz. Osman, Ömer b. Abdülaziz gibi bazı sahabe ve tabiin müctehidleri ile Tahavi ve Müzeni, İbn Kayyim gibi fakihler sarhoşun sözlü tasarrufları içinde özellikle boşamasının geçersiz olacağı kanaatindedir. Zira sarhoşun boşama beyanının geçerli sayılması sarhoştan çok onun eşini ve aile efradını cezalandırma anlamı taşır. Bu görüş Şafii ve Ahmed b. Hanbel’den de rivayet edilmiştir. Öte yandan, ilk dönem müctehidlerinden Osman el-Betti ve Zahiri mezhebi fakihlerine göre, sarhoş, temyiz kudretinden yoksun olduğu için sözlü tasarruflarına hukuki sonuç bağlanamayacağı gibi suç sayılan fiilleri için bedeni cezaya da çarptırılamaz. Kendisine sadece içki içme cezası uygulanır.

    Bu sebeple de İslam hukukunda içkinin kötülüğü konusunda insanları bilgilendirme ve toplumda aleni sarhoşluğu önleme yönünde bir dizi tedbirden söz edilmiştir. Şarap içenlerin veya diğer içkileri içip sarhoş olanların bu fiilleri belli ölçüde aleniyet kazandığında bazı hukuki ve cezai yaptırımlara muhatap olmaları da bu tedbirler arasındadır. Ancak fıkıh bilginleri sarhoşluk için öngörülen hukuki ve cezai yaptırımların, sarhoşluğun hangi derecesinde uygulanması gerektiği konusunda farklı görüş ve ölçüler ileri sürmüşlerdir.

    İslam dininin içkiyi yasaklamasının birçok yarar ve hikmeti vardır. İlgili ayette de ifade edildiği gibi, sarhoşluk insanlar arası ilişkileri bozmakta, toplumda kin ve düşmanlığı, hayasızlığı körüklemekte, akli dengeyi bozarak insanların iradelerini zayıflatmakta, onur ve kişiliğini zedelemekte, sonu gelmez bir bağımlılığın içine sürüklemektedir. Konuyu sadece yasal tedbir ve cezalarla önlemenin imkansızlığı ortadadır. İnsanları içki içmeye sevkeden ortam ve şartların, bilgisizlik ve eğitimsizliğin, sosyal ve ekonomik sıkıntıların iyileştirilmesi, insanlara ayıp ve günah kavramlarının öğretilmesi, içki içmenin normal, hatta çağdaş ve entelektüel bir tercih olduğu şeklindeki ön kabul ve propagandaya karşı mücadele verilmesi, birey kadar toplum ve devletin de bu konuda ciddi ve kararlı bir politika izlemesi ve dini öğretinin desteğini yanına alması şeklinde sıralanabilecek bir dizi tedbir ve çaba içkiyle mücadelede vazgeçilmez bir önem taşımaktadır.