J) Borsa ve Hisse Senedi
Batı kökenli bir terim olan borsa, “devletin kurduğu ve denetlediği özel hukuk kuralları içinde tarafların karşı karşıya gelip ticari değere sahip malların alım satımını yaptıkları kurum, devamlılığı bulunan pazar yeri” olarak tanımlanır. Borsa önceleri ticaret ve sanayi borsaları, tarım ürünleri borsaları, altın borsası şeklinde doğup gelişmiş ise de günümüzde hisse senetlerinin, tahvil, hazine bonosu ve kambiyo belgeleri gibi kıymetli evrakın alınıp satıldığı “menkul kıymetler borsası” ön plana çıkmıştır. Borsa denince de artık bu son tür anlaşılmaya başlanmıştır.
Tahvil, hazine bonosu gibi faizli borç senedi mahiyetindeki kıymetli evrakın alım satımı, bunları ister devlet isterse hususi şahıs ve şirketler çıkarsın, faizle borç alıp verme niteliğinde olduğundan caiz görülmez. Dövize endeksli tahviller ve borç senetleri için de durum aynıdır. Şirketlere ortaklığı temsil eden hisse senetlerine ve şirketlerin kar ve zararına ortaklığı ifade eden kar-zarar ortaklığı belgelerine gelince durum farklıdır. İktisadi ilişkilerin yoğunlaşıp sermaye piyasasının önem kazandığı günümüzde hisse senetleri, sermaye piyasasının en önemli aracı haline gelmiş ve bir ortaklık belgesi olarak değil de bağımsız bir mal olarak alınıp satılmaya başlanmıştır. Yine kar getiren bazı tesisler devlet tarafından kar ortaklığı yoluyla halka açılmış, böylece faizden kaçınan kesimin birikimleri de devreye sokularak toplanan sermaye ile yeni iş sahalarına ve yatırımlara yönelme imkanı bulunmuştur. Ancak bu gelişmeler, bu tür kıymetli evrakın alım satımının fıkhi hükmüyle ilgili bazı farklı yaklaşımları da gündeme getirmiştir.
Türk ticaret hukukunda menkul kıymetler, belgede yer alan hakkın niteliğine göre alacak senetleri ve ortaklık senetleri şeklinde iki ana gruba ayrılabilir. Bir para borcunu ve alacağını temsil eden tahviller, kar ve zarar ortaklığı belgeleri, finansman bonoları ve gelir ortaklığı senetleri mahiyeti itibariyle para ve alacak senetleridir. Buna karşılık mali hakların yanı sıra yönetime katılma gibi hakları da sağlayan ve gerçek bir ortaklık ilişkisi kuran hisse senedi ise, ortaklık senetleri grubunun tipik örneğidir. Öte yandan menkul kıymetlerin, sağladığı gelirin özelliğine göre, sabit gelirli ve değişken gelirli senetler şeklinde ikiye ayrılması da mümkündür. Tahviller sabit gelirli; hisse senetleri, kar ve zarar ortaklığı belgeleri, gelir ortaklığı senetleri ise değişken gelirli senetlerdir.
Ortaklık senedi ve değişken gelirli senet mahiyetinde olan hisse senetleri, Türk hukukunda anonim ve paylı komandit şirketlerde payları temsil eden bir kıymetli evraktır. En önemli fonksiyonu da payı temsil etmesidir. Hisse senetlerinin bir başka özelliği de payı tedavül ettirebilmesidir. Hisse senetleri, ortaklığın sermayesinin belli bir payını temsil ettiğinden itibari kıymete sahiptir; borsada alınıp satılabilen birer kıymetli evraktır; hatta borsanın en önemli araçlarından biridir. Hisse senedinin piyasa/borsa değeri ise, çeşitli faktörlere bağlı olarak itibari değerinin altında veya üstünde olabilir. Hisse senetleri, nama yazılı veya hamiline yazılı şeklinde ikiye ayrılabildiği gibi adi ve imtiyazlı hisse senetleri şeklinde de ikiye ayrılabilir. Hisse senedi, sahibine mali haklar ve yönetime ilişkin haklar sağlar. Mali hakların başında, kar payı alma hakkı, rüchan hakkı, bedelsiz pay alma hakkı, tasfiye payı hakkı vb. gelmektedir.
Kanunlar, geniş halk kitlelerinin yatırımlara iştirakini sağlamak için ortaklıkların hisse senedi arzına belli şartlarda izin vermekte, hisse senedinin iki taraf için de güvenli bir finans ve gelir aracı olmasını sağlayıcı birtakım tedbirler almaya çalışmaktadır.
Günümüzdeki yoğun ticari ilişkilerin ve iktisadi faaliyetlerin borsayla, bankayla ve faizle sıkı ilişkisi ve iç içe olması, haklı olarak müslümanların bu tür gelişmelere kaygıyla bakmasına yol açmakta, bu arada anonim şirketlerin ve hisse senetlerinin şer‘i hükmü konusunda farklı yaklaşımlara ve yorumlara sebep olmaktadır. Sermaye piyasasının kuruluş aşamasında olduğu, devlet denetiminde ve yasal düzenlemelerde de boşlukların bulunduğu toplumlarda ve dönemlerde bu tereddüt ve kaygılar haklı olarak daha da artmaktadır. Ancak teorik çerçevede kalarak ifade etmek gerekirse tahvil, genelde sahibine önceden belirlenen miktarda sabit bir faiz geliri temin eden bir borç senedi ve ödünç işlemi olduğundan kural olarak faizli işlem sayılır. Bu yüzden de getirisi ne oranda olursa olsun, tahvilden bir yatırım aracı olarak yararlanmanın dinen caiz olmadığında görüş birliği vardır. Hisse senetleri ise, şirketin karına göre getirisi değişen bir ortaklık senedi olduğundan, mahiyeti itibariyle tahvilden farklıdır. Hisse senetlerinin şer‘i durumu ve hükmü konusunda, çağdaş İslam bilginlerinden çok azı konuyu özel bir araştırmaya tabi tutarak fikir beyan etmiştir. Bir kısmı, hisse senedinin ihracının ve alım satımının caiz olmadığı, çoğunluk ise cevazı yönünde görüş belirtmiştir.
Çağımız müslüman iktisatçılarından bir kısmı, Batı’dan alınan çağdaş şirketlerin ve özellikle sermaye şirketlerinin, bu arada hisse senetlerinin de Batı’nın kapitalist ve sömürgeci bakış açısını ve değerlerini yansıttığını, İslam hukukunun şirketlerle ilgili yerleşik form ve kurallarına uymadığını ileri sürmekte ve şer‘an caiz olmadığını, bu şirketlerle yapılacak muamelelerin batıl olacağını, dolayısıyla karının helal olmayacağını ifade etmekte, netice itibariyle de hisse senetlerini caiz görmemektedir. Gerekçe olarak da, yukarıda aktarılanlara ilave olarak, hisse senedinin piyasa değerinin birçok faktöre bağlı olarak değiştiğini ve şirket varlığından ayrılarak müstakil bir kıymet kazandığını, şirketlerin mal varlığında helal ve haramın, faiz ve gayri meşru kazancın iç içe olduğunu ileri sürmektedir.
Bu konuda görüşünü açıklayan çağdaş İslam bilginlerinin ve yazarlarının çoğunluğu, hisse senedinin, kar ve zararı ile birlikte şirketin mal varlığına ortaklığı temsil ettiği düşüncesinden hareketle kural olarak hisse senedi alım satımını caiz görmekte, hisse senedinin sağlayacağı hakları ve bu hakların kullanım şeklini kanun ve anlaşmaların belirleyeceğini ifade etmektedirler. Bu grup ilim adamları arasında Muhammed Ebu Zehre, M. Yusuf Musa, Mahmud Şeltut, Abdülvehhab Hallaf, Ali el-Hafif, Abdurrahman Hasan gibi isimler başta gelmektedir.
Hisse senedinin ihracının ve alınıp satılmasının fıkıh kuralları açısından da caiz olduğunu ifade eden müslüman alimlerin dayandıkları gerekçeler şu şekilde özetlenebilir: Şirket, sermayesini belli hisselere ayırmakta ve isteyen bu hisselere sahip olmaktadır. Hisseler şirkete tabi olarak kar ve zarara açıktır. Hisse senedine dayalı şirket nevi klasik doktrinde “mudarebe” adı altında mubah kılınmış olup, mudarebede de kar ve zarara ortak olma esası vardır. Gerekli şer‘i şartları taşıyan bir şirkete bu şekilde hisse senedi alarak ortak olmanın cevazında şüphe yoktur. Hatta, Batı’nın ticaret hukukundan alınan anonim şirketlerin ana hatlarıyla İslam fıkhındaki şirket türleri içinde mütalaa edilebileceği, dinin temel ilke ve kurallarından biri ile çatışmadığı sürece, ihtiyaç ve kalkınma sonucu ortaya çıkan ve kamu yararına yönelik olan bu nevi gelişmelerin alınmasında dini bir sakıncanın bulunmadığı da açıktır.
Günümüz İslam bilginlerinin çoğunluğu hisse senedi alım satımını kural olarak caiz ve bu yolla elde edilecek kazancı helal saymakla birlikte, konuyu değişik yönleri ile inceleyen yazarlar, şirketin dinen caiz olmayan alanda faaliyet göstermemesi gerektiği kaydına önemle işaret etmekte, anonim şirketlerin işleyişindeki bazı aksaklıklara ve haksızlıklara dikkat çekmekte, itibari kıymetinden daha düşük bedelle hisse senedi ihracına, imtiyazlı hisse senetlerine, belli mağduriyetlere sebep olmaları açılarından itiraz etmektedirler. Ancak anonim şirketin ve hisse senedinin tabiatının gereği olmayan bu olumsuz gelişmeler, sermaye piyasasını şaibe altında bırakan spekülatif hareketler haliyle anonim şirketin ve hisse senedinin cevazını doğrudan etkilemez. Hisse senetlerinin bir ortaklık belgesi olarak değil de bağımsız bir mal şeklinde alınıp satılmasının caiz olmadığı tezi de doğru değildir. Mubah ve caiz oluş asıl olduğundan, kendi başına bir mal haline gelmiş, alım satımıyla kar hesaplanan bir hisse senedinin cevazını engelleyen güçlü bir gerekçe mevcut değildir.
İslam Konferansı Teşkilatı’na bağlı İslam Fıkıh Akademisi’nin girişimiyle 1988 yılında Rabat’ta toplanan Borsa Semineri’nin sonuç bildirisinde ve adı geçen akademinin 1992 yılında Cidde’de yapılan VII. Dönem Toplantısı’nda hisse senetlerinin kar ve zarara iştirak etmesi sebebiyle kural olarak helal olduğu, fakat şer‘i hükmünün bunu çıkaran şirketin ticari işlem ve amaçlarının meşru oluşuyla yakından ilgili bulunduğu belirtilmiştir. Şirketin faiz, içki imali ve ticareti, karaborsacılık, hile, yalan ve aldatma gibi dinen haram vasıtalarla kazanç sağlaması halinde hisse senetlerini alıp satmanın ve bundan gelir elde etmenin haram ve masiyete iştirak etmek olduğundan caiz olmayacağı bildirilmiş, esasen faaliyet alanı haram işlemler yapma, dinen yasak hizmet ve mal üretiminde bulunma olmamakla beraber, bazı haram işlemlere taraf olması sebebiyle şirketin karına haram kazanç karışmış olması hallerinde ise, pay sahiplerinin bu miktarı yaklaşık olarak hesaplayıp kendisinin hayır ve hasenat niyeti ile olmaksızın ve toplum hakkı olduğu inancı ile hayır yolunda harcaması tavsiye edilmiştir.
Daha önce de değişik vesilelerle ifade edildiği gibi, İslam borçlar ve ticaret hukukunda tarafları beklenmedik zarar ve mağduriyetlere iten her türlü bilinmezlik, kapalılık ve risk mümkün olduğunca önlenmeye çalışılmış, açıklık, dürüstlük ve güvenin hakim olacağı bir borç ilişkisi ve ticari hayat kurulmaya çalışılmıştır. Buna karşılık, özellikle sermaye piyasasının belirli bir düzen ve istikrara kavuşmadığı, günlük siyasi kararlarla ve baskı gruplarının müdahaleleriyle kolayca yön değiştirebildiği ve büyük çapta değişikliklerin yaşandığı, spekülatif müdahalelerin ve suni fiyat oluşumlarının iyi niyetli yatırımcıları mağdur ettiği toplumlarda borsa bir tür kumar ve risk ticareti görünümünü alabilmektedir. Bu durumda İslam’ın yukarıda zikredilen güven ve açıklığı sağlamaya yönelik ilke ve kurallarının gerçekleştiği söylenemez. Bu itibarla, tıpkı şirketin gayri meşru alanda faaliyet göstermesinin, çıkaracağı hisse senedi ticaretinin hükmünü etkilediği gibi, sermaye piyasasında hakim olan bu risk ve kargaşa ortamı da hisse senedinin hükmünü geçici olarak etkileyebilir. Fakat bu giderilmesi ve önlem alınması gereken geçici bir durum olup hisse senedinin aslen caiz olduğu hükmünü değiştirmez.
Halkın elinde bulunan küçük çaptaki tasarrufların birleşerek güçlü bir finans kaynağı teşkil etmesi ve yatırıma yönelmesi ülke ekonomileri için ne kadar yararlıysa, müslümanların İslam’ın öngördüğü ilkeler ve sakındırdığı yasakları dikkate alan, meşru alanda ve meşru tarzda faaliyet gösteren borsayı ve ticari organizasyonları kurmaya ve desteklemeye yönelmeleri de o derece önemlidir. Dini hassasiyetini yitirmemiş kimselerin gösterebileceği bu tepki ve iş birliği, sermaye piyasasında güven, dürüstlük ve istikrarın ödüllendirilmesi anlamına da geleceği için, bu tavrın neticede ülke ekonomisine önemli ölçüde yarar sağlayacağı açıktır.