I. İLKELER ve AMAÇLAR
İman ve ibadetler, hatta bir dereceye kadar haram ve helaller ağırlıklı olarak kişilerin dindarlıklarını ve buna bağlı olarak bireysel hayat ve tercihlerini ilgilendirdiği halde, sosyal hayatın ve insan ilişkilerinin önemli bir parçasını oluşturan hukuki ve ticari ilişkiler, karşı tarafın ve üçüncü şahısların haklarıyla ve toplum düzeniyle yakından ilgilidir. Bu sebeple de hukuki ve ticari hayat, bu alanları ilgilendirdiği ölçüde, objektif ve genel, hatta cebri ve şekli kurallara bağlanmıştır. Toplumsal hayatta istikrar ve güven ortamının kurulabilmesi için buna ihtiyaç vardır. Bu alanda bireysel tercihin, niyet ve iradenin belirleyici bir öneme sahip olmayışı da bundan kaynaklanır.
Hatta ibadetlere ve bireysel dini yükümlülüklere ilişkin hükümlerde diyani yön (kişinin dindarlığıyla ve Allah katındaki sorumluluğuyla ilgili yön), hukuki ve ticari ilişkileri konu alan hükümlerde ise kazai yön (objektif ve şekli adalet) daha ön plandadır.
Bununla birlikte iki alanın arasını net ve kalın bir çizgiyle ayırmak da her zaman doğru olmaz. Çünkü iman ve ibadet hayatıyla ilgili dini hükümler, sonuç itibariyle sağlıklı bir toplumun oluşmasında, toplumsal düzenin korunmasında ve insan ilişkilerinin iyileşmesinde önemli katkıya sahiptir. İman ve ibadet alanındaki dindarlığın önemli bir sonucu da bireyin yaratanına olduğu kadar kendine ve başkalarının haklarına karşı da duyarlı hale gelmesidir. Bunun için de iman ve ibadet hayatının dışa akseden ve toplum düzeninin kurulmasında önemli katkı sağlayan yönü göz ardı edilemeyecek boyuttadır.
Hukuki ve ticari ilişkilerin kazai yönünün yanı sıra, diyani yönü de vardır. Kazai yön objektif kıstaslara göre meşruiyetle ilgilidir; aynı işlemin diyani yönü ise Allah ile kul arasındaki bağ ve ilişki ile alakalıdır, izafi olmayan gerçeğe ve meşruiyete yöneliktir. Burada niyet ve gaye de devreye girer.
Öte yandan, hukuki ve ticari hayatı insan unsurunu göz ardı ederek salt şekli bir yaklaşımla ve katı kurallarla çözmek ve belli bir düzene bağlamak her zaman mümkün olmaz. Çünkü birçok hukuki ve ticari ilişki, kapalı devrede ve ikili ilişki seviyesinde seyrettiğinden, hukuk düzeninin ve yargının buna muttali olup gerektiğinde müdahale etmesi çoğu zaman imkansızdır. Mağdur olan tarafın hakkını arama bilinç ve cesaretinin bulunmadığı veya kanunlarda boşlukların bulunduğu durumlarda insan ilişkilerindeki hak ihlalleri daha da çoğalmaktadır. Bu sebeple, hukuki ve ticari hayatın sağlıklı ve güvenli bir yapı ve işleyişe kavuşturulabilmesi için kuralların, kanunların ve hukuk düzeninin iyi olması kadar bireylerin yaptıkları işlerin sorumluluğunu hissedecek ölçüde bir yetişkinliğe sahip olmaları da önem taşır.
İnsan unsurunun yetişkinliği ve sorumluluk bilincine sahip oluşu ile hukuk güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması arasında vazgeçilmez bir ilişki bulunduğu, hatta birinci husus çoğu zaman adeta ön şart konumunda olduğu içindir ki, İslam dininin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’te hukuki ilişkilerin şeklinden ziyade özü ele alınır. Bu alanda bazı ilke ve amaçlar konulurken de daha çok insana hitabeden, ona dünyevi ve uhrevi sorumluluklarını hatırlatan bir üslup kullanılır. Şekil ve maddi yaptırım ise çoğu yerde toplumların ve yetkili organların karar ve inisiyatiflerine bırakılır.
Özetle ifade etmek gerekirse, hukuki ve ticari ilişkilerde hak ve adalet fikrinin ön planda tutulduğu, akid serbestisi ilkesinin benimsendiği, tarafların akde ilişkin rızalarını zedeleyen ve onları çekişme ortamına sürükleyebilecek olan her türlü olumsuz durumun önceden görülüp önlenmeye çalışıldığı söylenebilir. Bu yaklaşımın tabii sonucu olarak mülkiyetin ve alın terinin korunması, hile, sömürü ve haksız kazanca cephe alınması, atıl sermayenin değil çalışma ve üretmenin teşvik görmesi, güçlüye karşı haklının himayesi, haksız zararın tazmin ettirilmesi gibi prensip ve tedbirler de gündeme gelmiştir. İslam hukukçuları da dönemlerindeki hukuki ilişkileri ve ticari hayatı Kur’an ve Sünnet’te temas edilen, aklıselimin de kendiliğinden benimseyip savunduğu bu ana ilke ve amaçlar açısından gözden geçirip ayrıntılı bir hukuk doktrini geliştirmişlerdir. Bu itibarla, hukuki ve ticari hayata ilişkin olarak klasik fıkıh kitaplarında yer alan şekil ve kurallar, hüküm ve öneriler, ancak bu ilke ve amaçlar iyi bilindiğinde anlaşılabilir. Bu yüzden de bu alanda İslam hukukçularının ne dediğinden ziyade ne demek istediği, hangi ilkeden hareket ettiği veya hangi gayeyi gözettiği önem taşımaktadır.
Burada önce İslam fıkıh kültüründe, hukuki ve ticari hayatla ilgili olarak yer alan genel prensip ve teorilere temas edilecek, hukuki hayat bölümünde özel borç ilişkileri ve akid türleri, ticari hayat bölümünde de bunlarla yakından ilgili güncel problemler ele alınacaktır.