Hukuki ve Ticari Hayat



    F) Şirket

    İslam hukukunun temelde dayandığı kaynaklar olan Kur’an ve Sünnet’te ticari hayatla ilgili genel ilkeler getirilmiş olduğu, ticari ve hukuki ilişkilerin şekli, boyutu ve konusu toplumların şart ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişkenlik gösterebileceğinden bu konuda ayrıntılı hükümlere çok az yer verildiği bilinmektedir. İşte, iki veya daha fazla kişinin bir mal, menfaat, emek veya karda ortak olmalarını ifade eden şirketleşme konusu da dayandığı temel ilkeler dışında toplumlara, bölge ve dönemlere göre farklılık gösterebilecek bir konu olduğundan, Kur’an ve Sünnet’te şirket hukukuyla ilgili ayrıntılı hükümler yer almaz. Akidlerin ve hukuki işlemlerin açıklık, dürüstlük, karşılıklı rıza ve hakkaniyete dayanması, faizden, aldatmadan, beklenmedik risk ve aldanmadan (garar) uzak olması gibi ilk planda ahlaki karakter taşıyan ilkeler, müslüman toplumlarda zamanla gelişen şirketler hukukuna da temel teşkil etmiştir. İslam toplumunda ticari faaliyetlerin, kurumların ve hukuk ekollerinin gelişim seyrine paralel olarak bu temel üzerinde şirketler hukukuyla ilgili ayrıntılı bir hukuk doktrini oluşmuş ve literatürde “şirket” gibi genel veya “mudarabe”, “müsakat”, “müzaraa” gibi özel başlıklar altında ele alınmıştır.

    İslam hukukunda şirketler genel bir tasnifle ibaha, mülk ve akid şirketleri şeklinde üç bölümde ele alınarak bütün iradi ve gayri iradi ortaklık nevilerine genel bir açıklama getirilmek istenmiştir (Mecelle, md. 1045). İbaha şirketi, toplumun ortak yararına bırakılmış kamu malları ve kamu irtifak hakları üzerinde bireylerin sahip olduğu kullanma ve yararlanma hakkını veya bu konudaki fırsat eşitliğini ifade eder. Mülk şirketi, satın alma, hibe, vasiyeti kabul, mirasçılık, malların ayrılamayacak şekilde birbirine karışması gibi ihtiyari veya gayri ihtiyari bir sebeple bir mal veya hak üzerinde iki ve daha fazla kimsenin ortaklığını ifade eder (Mecelle, md.1060). Akid şirketi ise, iki veya daha fazla kimsenin sermaye, emek ya da kredi imkanlarını belirli ölçüler içinde birleştirmelerini ve bundan hasıl olacak karın paylaşımını konu alan akidleşme olup (Mecelle, md. 1329,1332) hukuk dilinde ve örfteki kullanımda şirket tabiriyle -kural olarakkastedilen budur.

    İslam hukukunun klasik sisteminde şirketler, yani sözleşmeden doğan ortaklıklar değişik açılardan çeşitli ayırım ve adlandırmalara tabi tutulmuştur. Bunlar arasında en bilinenlerinden birisi şirketin emval, a‘mal ve vücuh şirketi şeklindeki üçlü ayırımıdır. Emval şirketi, ortaklardan her birinin bir miktar sermaye koyup bununla yapacakları ticaretten doğacak karı paylaşmak üzere kurdukları şirkettir. A‘mal veya diğer adıyla ebdan şirketi iki veya daha fazla şahsın belli bir işi yapmak üzere kurdukları emeğe dayalı iş gücü ortaklığının adıdır. Vücuh şirketi ise, ortakların sermayesiz, sadece kredileriyle mesela ödünç para kullanarak veya vadeli mal alıp satmak suretiyle kar etmek ve bunu paylaşmak üzere kurdukları kredi ve itibar ortaklığıdır. Her üç tür şirket de ortaklar arası hak ve yetki dengesi yönüyle mufavada ve inan şeklinde ikili ayırıma tabi tutulur. Ortaklar şirkete sermaye olabilecek bütün mallarını ortaklığa dahil ederek sermaye ve kar nisbetleri eşit olmak ve taraflar da birbirinin kefili sayılmak üzere kurulan şirket “şirket-i mufavada” olarak anılır. Eşitlik şart koşulmazsa kurulan ortaklık “şirket-i inan” adını alır ve bu tür şirkette ortaklar birbirinin kefili durumunda değildir (Mecelle, md. 1331, 1356 vd., 1365 vd.). Sonuç itibariyle İslam hukuk literatüründe bu grupta altı tür şirketten söz edilir.

    Yukarıda sözü edilen şirket türlerine, konusu ve hükümleri itibariyle kısmen farklılık gösteren mudarebe, müzaraa, müsakat gibi ortaklık türleri de eklenebilir. Mudarebe şirketi, ortaklardan bir kısmının sermaye, diğerinin ise emek ile katılarak kurdukları ve karı belli bir oran üzerinden paylaşmak üzere anlaştıkları emek-sermaye şirketinin İslam hukuk literatüründeki adıdır. Özellikle ortaklar arası güvenin önemli bir rol oynadığı bu şirket türü, günümüzdeki İslam bankacılığı uygulamasına kısmen de olsa ışık tutmakta ve bu konuda benimsenebilecek bazı ölçüleri gündeme getirmektedir. Hz. Peygamber’in de mudarebe ortaklığını bereketli bir ticari kazanç yolu olarak nitelendirdiği rivayet edilir (İbn Mace, “Ticarat”, 63).

    Müzaraa, Türkçe’deki karşılığı zirai ortakçılık olup, bir tarafın arazi diğer tarafın da emek ile katıldığı ve çıkacak ürünün belli bir oran üzerinden paylaşıldığı ortaklık türüdür. Müsakat ise bahçe sahibi ile bağ ve bahçeye bakıp bunları sulayacak emek sahibi arasında yapılan ve elde edilecek ürünü belli bir oran üzerinden paylaşmayı konu alan ortaklığın adıdır. Aynı anlayışın devamı olarak boş bir arazi sahibinin bir şahısla bu arazisine ağaç dikip yetiştirmesini ve ürünü paylaşmayı konu alan bir anlaşma (mugarese) yapması da caiz görülür ve teşvik edilir.

    İslam hukukunda isimsiz akid anlayışı hakim olduğundan, belli ilkelere uymak, temel yasakları ihlal etmemek kaydıyla insanların her tür ticari faaliyete girişmesi, farklı yapı ve işleve sahip ortaklıklar kurması tabii karşılanmış hatta teşvik edilmiştir. Ancak burada ortakların şirkete katılma pay ve şekillerinin, şirketteki hak ve görevlerinin, anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde açık olması, aldatma ve haksızlığa meydan verilmemesi, karın oran üzerinden bölüşülmesi ve bölüşüm esaslarının önceden açıkça belirlenmesi, akdin ve şirketin gayri meşru faaliyetleri, haram kazancı konu edinmemesi, faiz ve beklenmedik risk içermemesi gibi İslam borçlar ve ticaret hukukunun genel esasları üzerinde önemle durulmuştur. Şirketler hukukuyla ilgili olarak İslam hukuk literatüründe yer alan kayıt ve şartlar da, temelde bu amaca yönelik tedbirler ve düzenlemeler mahiyetindedir.

    Batı toplumunda farklı yapı ve işlevlere sahip ticari ortaklıklar toplumda sermaye birikimine ve köklü yatırımların yapılmasına ve sonuçta da bu toplumların ekonomik gelişimine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Müslüman toplumlarda da mevcut yeni şart ve imkanlara göre yeni ortaklık türlerinin geliştirilmesine, ferdiyetçi teşebbüslerin yerini kolektif faaliyetlere terketmesine ciddi ölçüde ihtiyaç vardır. Bunun için de, klasik fıkıh literatüründe mevcut şirket türlerinin esas itibariyle günümüz hukuk düzenlemelerindeki adi ortaklık türüne tekabül ettiği dikkate alınarak, günümüzün gelişen şart ve imkanları doğrultusunda iş gücü ve sermayelerin birleşip daha köklü yatırımlara yönelen yeni ticari ve ekonomik organizasyonlara gidilmesi kaçınılmaz görünmektedir. Çünkü bireysel davranış ve başarıların hakim olduğu İslam dünyasında artık güçlerin birleştirilmesinin önemi anlaşılmış, önemli ve kalıcı yatırımların, ticari hamlelerin yapılabilmesi adeta bu tür kolektif-ticari organizasyonlara bağlı hale gelmiştir. Küçük çapta sermaye ve iş gücü imkanına sahip bireylerin bu tür kolektif faaliyetlere yönlendirilebilmesi için, hem bu yolun sağlıklı ve güvenli şekilde işlediğini gösteren iyi örneklerin artmasına, hem de suistimalleri önleyecek yasal tedbirlerin alınmasına ihtiyaç vardır. Bu sebeple de halihazırda bu işte öncülük eden şahıs ve kurumların hem kendi kazançlarını hem de toplumun uzun vadede geleceğini ilgilendiren ağır bir sorumluluk altında olduğu söylenebilir.