B) Ahlakın Kaynağı
Din dışı ahlak teorilerinde ahlakın yahut ahlaki ödevlerin kaynağının akıl, vicdan veya toplum olduğu yönünde çeşitli görüşler ileri sürülmüş, ciddi tartışmalar yapılmıştır. İslam dini de gerek birey gerekse toplum olarak insana ve onun akıl, vicdan gibi manevi kapasitelerine büyük değer vermiştir. İnsanı görünür alemin yegane mükellef ve sorumlu varlığı olarak tanıyan Kur’an-ı Kerim’e göre Allah insanı en güzel bir tabiatta yaratmış (etTin 95/4), ona kendi ruhundan üflemiştir (el-Hicr 15/29). Ancak insanın bu üstün ruhi cephesi yanında bir de topraktan yaratılan beşeri cephesi vardır. İşte insandaki bu ikilik onun ahlaki bakımdan çift kutuplu bir varlık olması sonucunu doğurmuştur. “Allah insan nefsine fücurunu da takvasını da ilham etmiş”, yani ona iyilik ve kötülüğün kaynakları olan kabiliyetleri birlikte vermiştir. Dolayısıyla “Nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirletense hüsrana uğramıştır” (eş-Şems 91/9-10).
İnsanın bu çift kutuplu tabiatı sebebiyle Kur’an-ı Kerim’de onun ahlaki hüküm ve tercihlerinde yanılabileceği de özellikle belirtilmiştir. Bu husus Hz. Yusuf’un dilinden şu şekilde ortaya konmuştur: “Ben nefsimi temize çıkaramam; çünkü nefis ısrarla kötülüğü emreder; ama rabbimin merhamet etmesi durumu başka. Rabbim bağışlayıcı ve merhametlidir” (Yusuf 12/53) Hz. Peygamber de kendisinin bile ancak Allah’ın lutfu sayesinde güzel ahlakı kazanabileceğini ifade eder (Müslim, “Müsafirin”, 201; Nesai, “İftitah”,
16, 17).
İşte Kur’an’ın insan hakkındaki bu ihtiyatlı iyimserliği ve Allah’ın iyi ahlak üzerindeki etkisi İslam ahlakının temelde dini kaynaklı olması sonucunu doğurmuştur. Kur’an ve Sünnet’e göre hakkında nas bulunan konularda yükümlülüğün ve dolayısıyla ahlakın kaynağı dindir. “Allah ve Resulü bir şeye hükmedince, artık mümin erkek ve kadınlara işlerinde bir seçme hakkı kalmaz. Her kim Allah ve Resulü’ne isyan ederse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (el-Ahzab 33/36). Hz. Peygamber, ahlaki hükümlerin de dahil olduğu helalleri haram, haramları helal saymaya yönelik bir anlaşmanın geçersiz olduğunu açıklamıştır (Ebu Davud, “Akzıye”, 12). Bununla birlikte, Allah’ın hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla ana, baba, devlet gibi başka otoriteler de vazife koyabilirler ve bunlara itaat gerekir (Buhari, “Ahkam”, 4,43; Müslim, “İmare”, 34, 38).
Kur’an ve Sünnet’te ahlak ile ilgili genel hükümler yanında birçok ahlaki davranış için özel hükümler de yer almış olmakla birlikte, her şeye rağmen, hakkında hüküm bulunmayan girift meselelerle karşılaşılabileceği de hesaba katılmıştır. Hz. Peygamber, “Helal de haram da bellidir; bu ikisi arasında ise şüpheli durumlar vardır. Şüphelerden sakınan kişi dininin şerefini korumuş olur” (Buhari, “İman”, 39; “Büyu‘”, 2; Müslim, “Müsakat”, 107,108) buyurmuş ve böyle durumlarda kalp ve vicdanın verdiği hükme uy-
mayı öğütlemiştir. Ancak Kur’an ve hadislerde vicdanın hükümleri ihtiyatla karşılanmıştır. Çünkü insan nefsi, kendisine kötülük ve edepsizlikler telkin eden şeytanın baskısı altındadır (el-Bakara 2/169). Ayrıca İslami terminolojide heva adı verilen kötü arzu ve eğilimler ile şuursuz taklit de ahlak ve fazilet yolunun engelleri olarak gösterilmiştir (mesela bk. el-Bakara 2/170-171; el-Furkan 25/43; el-Casiye 45/23).
Sonuç olarak İslam’da ahlakın asıl kaynağı Kur’an ve onun ışığında oluşan sünnettir. Nitekim Hz. Aişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlakının Kur’an ahlakı olduğunu belirtmiştir (Müslim, “Müsafirin”,
139). Bu sebeple İslam ahlak düşüncesi Kur’an ve Sünnet’le başlar. Bu iki kaynak dini ve dünyevi hayatın genel çerçevesini çizmiş, ameli kurallarını belirlemiş, böylece daha sonra fıkıhçı ve hadisçiler, kelamcılar, mutasavvıflar, hatta filozoflar tarafından geliştirilecek olan ahlak anlayışlarının temelini oluşturmuştur. Kur’an-ı Kerim ihtiva ettiği diğer konular gibi ahlak konularını da herhangi bir ahlak kitabı gibi sistematik olarak ele almamakla birlikte, eksiksiz bir ahlak sistemi oluşturacak zenginlikte nazari prensipler ve ameli kurallar getirmiştir.