İslam Ahlakı



    B) Ailede Ahlaki Görevler

    a) Ailenin Önemi

    Diğer canlılardan farklı olarak insanlar tarih boyunca cinsel ihtiyaçlarını, bilinçli ve amaçlı olarak kurdukları aile düzeni ve disiplini içinde karşılayagelmişlerdir. Nisa suresinin ilk ayetinde de işaret buyurulduğu üzere bu kurumun başta gelen amacı, sağlıklı nesiller yetiştirmek suretiyle insan soyunun devamına katkıda bulunmaktır. Hz. Peygamber de bu hususa vurgu yapmıştır (İbn Mace, “Nikah”, 1).

    Gerçi insanlar diğer canlılar gibi evlenmeden de çocuk sahibi olabilirler. Ancak, insan yavrusunun bedensel ve ruhsal gelişiminin, annenin tek başına üstesinden gelemeyeceği kadar uzun ve zahmetli bir bakımı gerektirmesi yanında, insanın bir kültür varlığı oluşu da aile kurumunu gerekli kılmıştır. Zira inançlar, değerler, gelenek ve göreneklerle iyi alışkanlıklar öncelikle ve en sağlıklı bir şekilde ailede kazanılır. Kur’an-ı Kerim’de de işaret buyurulduğu gibi (er-Rum 30/21), aile kurumunun belki de en önemli işlevi sevgi odaklı bir ilişkiler dünyası oluşturmasıdır.

    Aile kurumu kıskançlıkları, dolayısıyla çatışmaları önleyerek toplumsal düzenin sağlıklı işleyişine de katkıda bulunur. Aile kurumu ve onun çevresinde oluşturulmuş kurallar, kadın-erkek ilişkisine biyolojik tatminlerin ötesinde değer ve anlamlar katar. İslamiyet’in bir yandan zinayı ağır yaptırımlarla yasaklarken bir yandan evlenmeyi teşvik etmesinin sebebi de budur.

    Erdemli ve mükemmel bir toplum yapısı gerçekleştirmenin en önemli şartı olan hak ve sorumluluk bilinci, toplumun çekirdek birimi olan aile için de vazgeçilmez bir önem taşır. Nitekim Hz. Peygamber, aile bireylerinin haklarını ihmal etmek pahasına nafile namaz kılmaya, oruç tutmaya vb. ibadetler yapmaya bile izin vermemiştir (Buhari, “Savm”, 55).

    İslam ahlakçıları, kural olarak diğer bütün insanların ve müslümanların birbirleriyle ilişkilerinde söz konusu olan hak ve yükümlülüklerden aile bireylerinin de birbirlerine karşı sorumlu olduklarını belirtmişler; ayrıca onların kendi aralarında aile kurumuna özgü hak ve sorumluluklarının da bulunduğunu ifade etmişlerdir.

    b) Eşler Arasında Haklar ve Görevler

    Toplum içinde olduğu gibi aile içinde de haklara riayet edilmesi ve sorumlulukların yerine getirilmesi için belli bir düzen ve disiplinin kurulmasına, rollerin belli olmasına ihtiyaç vardır. Nisa suresinin 34. ayetine bakılırsa Kur’an-ı Kerim, aile reisliği yetki ve sorumluluğunu, koyduğu genel ahlak ve adalet ilkeleri çerçevesinde erkeğe vermiştir. Hadislerde de erkeğin bu konumuna işaret eden ve kadının kocasına saygılı olmasını öğütleyen açıklamalar bulunmaktadır (mesela bk. Buhari, “Ahkam”, 1; Ebu Davud, “Nikah”, 40; İbn Mace, “Nikah”, 4). Bununla birlikte, İslamiyet’in tamamen aile düzeninin sağlıklı işleyişini temin maksadıyla erkeğe tanımış olduğu aile reisliği işlevi, ona asla kadın üzerinde bir baskı ve zorbalık imkanı vermez; ahlak ilkeleriyle çelişen, bu nedenle de Kur’an’ın Peygamber’e bile tanımadığı (mesela bk. el-Gaşiye 88/21-22) bu imkanı sıradan insanlara tanıması mümkün değildir. Dolayısıyla kadının kocasına saygısı da cebri değil, ahlaki bir saygıdır. Kur’an-ı Kerim, “Kadınlarla iyi geçininiz” (en-Nisa 4/19) buyurur. Hz. Peygamber de insanların en iyisinin eşlerine karşı iyi davrananlar olduğunu ifade eder (Tirmizi, “Rada’”, 11).

    Kınalızade’nin İslam ve Türk ahlak kültürünün klasiklerinden olan Ahlak-ı Alai adlı eserinde (II, 23) kocanın eşine karşı görevleri özetle şu şekilde sıralanır: “Erkek karısına karşı iyi davranmalı, haklarını gözetmeli; gücü ölçüsünde güzel ve değerli elbiseler giydirmeli; evin yönetimine onu da ortak etmeli, evin dahili işlerini ve hizmetçilerin yönetimini ona bırakmalı; kadının akrabasına saygı ve ikramda bulunmalıdır. Erkek, karısıyla yetinip üzerine evlenmemelidir; çünkü iki evlilik kıskançlık ve geçimsizlik doğurur”. Kınalızade çok kadınla evliliğin insan tabiatına aykırılığını şu şekilde ifade eder: “Evde erkek, tende can gibidir; iki tene bir can olmadığı gibi iki kadına da bir erkek yakışmaz”.

    Müslüman ahlakçıların bu yöndeki önerileri İslam toplumlarının geleneğinde hakim olan çizgiye de uygundur. Nitekim İslam medeniyeti tarihinin önde gelen uzmanlarından Alman araştırmacı Adam Metz’in el-Hadaratü’lİslamiyye fi’l-karni’r-rabi‘ el-hicri başlıklı değerli çalışmasındaki (I, 179-180) bir tesbitine göre bütün tarihi bilgiler, İslam toplumunda ana gövdeyi oluşturan orta tabakanın bir tek kadınla yetindiğini belgelemektedir. Esasen dönemin ileri gelenleri de, halkı, tek kadınla evliliğe teşvik ediyordu. Mesela Fatımi Halifesi Muiz-Lidinillah, önde gelen bir toplulukla sohbet ederken, “Kadınlarınıza ilgi gösterin; eşiniz olan bir tek kadınla iktifa edin; çok kadınla düşüp kalkmayın. Hayatınızın tadı kaçar, zarar görürsünüz. Bir erkeğe bir kadın yeter” demiştir. Ünlü şair Ebü’l-Ala el-Maarri de şiirlerinde tek kadınla evliliğin yararlarından söz eder (a.e., II, 179).

    İslam hukukunda da çok evlilik dinin bir emri olarak değil, ihtiyaç halinde kullanılabilecek bir ruhsat olarak tanıtılmış, kural olarak tek evlilik tavsiye edilmiştir. Çok evlilik için çoğu diyani nitelikte bir dizi şarttan söz edilmesi de bu gayeye matuftur.

    c) Ana Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri

    Her yeni doğan çocuk, aile için yeni bir mutluluk ve sevinç vesilesi olması yanında yeni sorumluluklar da getirir. Ebeveynin bu konudaki görevlerini üç noktada toplamak mümkündür:

    1. Çocuğun maddi ihtiyaçlarının karşılanması. Çocukların beslenme, barınma, giyim kuşam ve sağlık gibi maddi ve bedensel ihtiyaçlarının karşılanması ailenin başta gelen görevidir. Hz. Peygamber, kişinin hayır yolunda harcadıkları içinde sevabı en bol olanının, aile bireylerine yaptığı harcamalar olduğunu belirtmiş; başka bir hadisinde de, “İnsanın aile bireylerini sefil bırakması günah olarak kendisine yeter” (Ebu Davud, “Zekat”, 45) buyurmuşlardır.

    2. Çocuğa sevgi ve şefkat gösterilmesi. Peygamber efendimizin gerek kendi çocukları ve torunlarına gerekse diğer çocuklara karşı son derece şefkat, merhamet ve sevgi hisleri duyması, onları bağrına basıp okşaması, öpmesi, hatalarını bağışlaması, şakalaşması, hatta oyunlarına katılması ile ilgili pek çok hadis rivayet edilmiştir. Onun çocukara olan bu düşkünlüğünü yadırgayan birini, “Allah senin kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yaparım!” (Buhari, “Edeb”, 18) diyerek eleştirmiştir.

    Modern psikoloji, ebeveynin sevgi ve şefkat gibi manevi ilgisinin en az maddi ilgi kadar önemli olduğunu, bu ilgiden yoksun kalan çocukların uyum problemlerinin bulunduğunu, suç işleme eğilimlerinin daha güçlü olduğunu göstermektedir. Ayrıca, çocuğun anne sütüyle beslenmesi bedensel olduğu kadar ruh sağlığı bakımından da çok yararlı görülmekte ve böylece Kur’an-ı Kerim’in, “Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler” (el-Bakara 2/233) anlamındaki ayetinin önemi daha iyi anlaşılmış bulunmaktadır.

    3. Çocuğun eğitimi. Çocuğun dini, ahlaki ve mesleki eğitimi ailenin en zor ve o kadar da önemli görevidir. Müslüman ahlak ve eğitim bilginleri Allah’ın rab (terbiye edici, eğitici) şeklindeki ismini de buna delil gösterirler. Hz. Peygamber’in, “Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim” (İbn Mace, “Mukaddime”, 17) anlamındaki hadisi ise eğitimin bir peygamber mesleği olduğunu gösterir. Eğitimin temel amacı ise çocukların bilgide ve ahlakta donanımlı olmalarını sağlamaktır. “Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir miras bırakamaz” (Tirmizi, “Birr”, 33) anlamındaki hadisin açık ifadesi yanında, “İlim talep etmek her müslümana farzdır” (İbn Mace, “Mukaddime”, 17) manasındaki hadis de bu hususta ebeveyne sorumluluk yüklemektedir.

    Aile ortamı aynı zamanda bir eğitim ortamı olduğundan çağdaş eğitimciler gibi müslüman eğitimci ve ahlakçılar da aile eğitiminin önemi ve tarzı üzerinde geniş olarak durmuşlardır. Başta Maverdi’ye ait Edebü’d-dünya ve’d-din ve Gazzali’ye ait İhyaü ulumi’d-din adlı ölümsüz eserler olmak üzere ahlak ve eğitim konularındaki sayısız eserde yer alan bu husustaki önerileri şu şekilde özetlemek mümkündür: Büyükler, davranışlarıyla çocuklar için iyi örnek olmaya önem vermeli; eğitim sırasında onları büyük yerine koymayıp kendileri onların düzeyine inmeli ve onları anlamaya çalışmalı; oyun oynamalarına fırsat vermeli, eğitici oyunlara yönlendirmeli, onlara daima doğru ve tutarlı bilgiler vermeli; hoşgörü ilkesine özenle riayet etmeli; ancak bunun ölçüsünü iyi ayarlayarak çocukların şımarıp arsızlaşmasına yol açmamaya özen göstermelidirler.

    d) Çocukların Ana Babalarına Karşı Görevleri

    Hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadislerde çoğunlukla Allah’a kulluk vecibesinin hemen ardından ana babaya saygılı olma ve iyi davranmanın bir görev olduğuna dikkat çekilir (mesela bk. el-En‘am 6/151-153; el-İsra 17/22-37). Meryem suresinde Hz. İbrahim ile babası Azer arasındaki bir diyalogu aktaran ayetler (19/41-88), evladın ebeveynine karşı saygısına bir örnek oluşturması bakımından ilgi çekicidir. Burada Hz. İbrahim Azer’e her sözünün başında “babacığım” diye hitap eder; babası müşrik olmasına, son derece kaba ve tehdit edici ifadeler kullanmasına rağmen yine de o saygısını koruyarak, “Selam olsun sana! Rabbimden senin için af dileyeceğim” der. Hz. Peygamber de en önemli amelleri, Allah katındaki değerine göre, “Vaktinde kılınan namaz, ebeveyne iyilik ve Allah yolunda cihad” (Buhari, “Edeb”, 1; Müslim, “İman”, 137) şeklinde sıralamıştır. Çok meşhur bir hadiste, “kebair” (büyük günahlar) diye bilinen başlıca kötülüklerin en büyükleri, “Allah’a ortak koşmak, ebeveyne asi olmak ve yalan yere şahitlik yapmak” (Buhari, “Edeb”, 1; Müslim, “İman”, 143, 144) şeklinde ifade edilmiştir.

    Ana babaya iyilik edip onları incitmekten kaçınmanın önemine dair pek çok ayet ve hadisin yanında, ahlak kitaplarında da konuya büyük önem verilmiş; onların, birer insan olarak tabii haklarının yanında; evlatların onlara karşı yerine getirmeleri gereken birçok görevden söz edilmiş olup bunların başlıcalarını şöyle sıralamak mümkündür: Maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya, huzurlu bir yaşama ortamı sağlamaya çalışmak, istetmeden vermek, kendilerinden aşırı fedakarlıklar beklememek, haklarında şikayetçi olmamak, kusurlarını saklayıp iyiliklerinden söz ederek itibarlarını korumak, uyarılmaları zorunlu olan durumlarda ise uyarıları incitmeden yapmak, hayatta iken ve öldükten sonra haklarında duacı olmak, haram olmayan konularda isteklerini yerine getirmek, hayır ve ibadetlerine yardımcı olmak, öldüklerinde vasiyetlerini yerine getirmek ve arkalarından hayır hasenatta bulunmak, hatıralarını yaşatmak üzere dostlarıyla ve sevdikleriyle ilişkiyi devam ettirmek, nihayet dinin ve örfün gerekli veya güzel bulduğu diğer hususlarda lazım geleni yapmak.

    e) Akrabalar Arasında Haklar ve Görevler

    Genel olarak müslümanlar ve bilhassa komşular arasında söz konusu olan iyilik ve ikram, yardımlaşma, dayanışma, ziyaretleşme, hoşgörü, iyi ve kötü günleri paylaşma, davete icabet, hasta ziyareti, bayramlaşma, tebrikleşme, taziye gibi sosyal ve ahlaki görevler akrabalar arasında da geçerli ve gereklidir. Ancak bütün bunlar öncelikle akraba ile ilişkileri sürdürmeyi gerektirdiği için gerek hadislerde gerekse ahlak kitaplarında bu konuya “sıla-i rahim” başlığı altında özel bir önem verilmiştir. Bir kutsi hadiste Allah Teala, kim akrabalık ilişkisini yaşatırsa kendisinin de o kuluna ilgisini sürdüreceğini, fakat akrabasını terkedenlerden de ilgisini keseceğini bildirmiştir (Buhari, “Edeb”, 13). Hz. Peygamber de, konuyla ilgili pek çok hadisinden birinde, “Bütün faziletlerin en üstünü, senden ziyareti kesen akrabanı ziyaret ederek ilişkiyi yaşatmandır” (Müsned, III, 438) buyurmuş; ziyaretleşmenin rızkı bollaştıracağını (Buhari, “Edeb”, 12; Müslim, “Birr”, 20, 21); akrabaya mal yardımında bulunmanın başkalarına yapılan yardımın iki katı sevap kazandıracağını (Nesai, “Zekat”, 82; Tirmizi, “Zekat”, 26) bildirmiş; hatta bir hadiste akrabalık ilişkisini kesenler cennete giremeyecekler arasında gösterilmiştir (Buhari, “Edeb”, 11; Müslim, “Birr”, 18, 19).