İslam Ahlakı



    D) İslam Ahlakı

    “İslam ahlakı” sözünden ne kastedildiğini ifade etmeden önce “İslam” tabirindeki ahlaki mesaja işaret etmekte yarar vardır. İslam, “teslim olma, kurtuluşa erme ve müsaleme” manalarına gelir ve bu üç manası ile ifade ettiği dinin üç temel hususiyetini anlatır. Bunlar içinde doğrudan ahlakı ilgilendireni ise “müsaleme” anlamıdır.

    İslam ile aynı kökten olan müsaleme, “çatışma ve zıtlaşmayı ortadan kaldırarak uyuşmak, anlaşmak, birbirinden emin olmak, dostça münasebetler kurmak” demektir ve bu anlamıyla ileride ayrıntılı olarak incelenecek olan hilim kavramıyla aynı manayı ifade eder. Buna göre İslam’ı kabul eden kimse, cemiyetin diğer fertleri ile anlaşıp uyuşan, onlarla barış içinde yaşamak isteyen insandır. Nitekim, İslam ile aynı kökten olan selam kelimesi, Furkan suresinin 63. ayetinde, İslam’ın bir müsaleme (barış ve dostluk) dini olduğunu ifade edecek tarzda kullanılmıştır. Müslüman olan ve olmayan birçok araştırmacıya göre bu ayet, Hz. Muhammed’in risaletinden önceki döneme “Cahiliye devri”, müteakip döneme ise “İslam devri” denilmesinin sebebini göstermektedir. Zira öyle görülüyor ki, “cahiliye” kelimesi, ilmin zıddı olan ve nazari bilgilerden yoksunluğu ifade eden “cehl”den değil, fakat ameli bilgisizlik, yani sefahat, serkeşlik manasındaki “cehalet”ten gelmektedir (Ahmed Emin, Fecrü’l-İslam, s. 69). Nitekim Türkçemiz’de de cehalet kelimesi sık sık bu manada kullanılmaktadır. Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde de cehalet, öfke ve serkeşliği ifade için kullanılmıştır (Buhari, “İman”, 22; Müslim, “Tevbe”, 56). İşte bu anlamdaki Cahiliyet ahlakını kaldırarak yerine iyi huyluluğu, dostluk ve barışı getiren dine, bu tesiri sebebiyle de İslam denilmiştir.

    Batılı araştırmacıların çoğu “İslam ahlakı” sözünden, İslam aleminde yapılmış olan ahlak çalışmalarını kastederken, müslüman araştırmacıların büyük kısmı, özellikle Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu ahlakı anlamaktadırlar. Bu durumda İslam ahlakı ne filozofların –az çok eski Yunan tesirindeki rasyonel ahlak düşünceleri; ne mutasavvıfların –az çok Yeni Eflatunculuk, Hint, İran tesiri taşıyanmistik tecrübeleri ne de fukahanın –zaman zaman sırf şekli ve suri olmakla itham edilenspekülatif çalışmalarıdır. Kitap ve Sünnet’in hükümleri ve kanunları İslam ahlakının esasını teşkil eder; işaret edilen bütün bu ahlak nazariyelerinin “İslam ahlakı” ile alakaları da bu iki temel kaynağın ahlaki hükümleri ve prensipleri ile uyumları nisbetindedir. Ancak, müslüman ilim ve fikir adamlarının ahlak nazariyeleri ve çalışmaları da, en azından İslam ahlakının yorumlanması, zamanla ortaya çıkan ihtiyaçlar karşısında inkişaf ettirilmesi, zenginleştirilmesi ve sistemleştirilmesi bakımından ihmal edilemez bir kıymet taşır.