Hanefiler dışındaki çoğunluk, vacip hüküm kategorisini kabul etmedikleri için namazı genel olarak farz ve nafile şeklinde iki gruba ayırmışlardır. Hanefiler’e göre ise namazlar: a) farz, b) vacip, c) nafile olmak üzere üç çeşittir. Bununla birlikte Hanefiler arasında farklı gruplamalar da bulunmaktadır. Bunlardan birine göre namazlar; a) Allah’ın farz kıldığı (mektube) namazlar, b) Hz. Peygamber’in sünnetiyle sabit olan (mesnun) namazlar, c) nafile namazlar olmak üzere üç çeşittir. Hz. Peygamber’in sünnetiyle sabit olan namazlar da vacip olan ve vacip olmayan kısımlarına ayrılır.

    A) FARZ NAMAZLAR



    Farz olan namazlar, ayni farz (farz-ı ayın) ve kifai farz (farz-ı kifaye) olmak üzere ikiye ayrılır. Farz-ı ayın olan namazlar yükümlülük çağındaki her müslümana farz olup, her biri ayrı ayrı bunu yerine getirmekle mükelleftir. Farz-ı ayın olan namazlar, her gün beş vakit namaz ve her hafta cuma günleri kılınan Cuma namazından ibarettir. Günlük farz namazlar sabah namazı 2 rek‘at, öğle namazı 4 rek‘at, ikindi namazı 4 rek‘at, akşam namazı 3 rek‘at ve yatsı namazı 4 rek‘at olmak üzere toplam 17 (on yedi) rek‘attır. Cuma namazı, cuma günü öğle namazının vaktinde cemaatle kılınan ve farz olan kısmı 2 rek‘at olan bir namazdır. Cuma namazı kılınınca ayrıca öğle namazı kılınmaz.

    Farz-ı kifaye olan namaz ise, bir müslüman öldüğünde başta yakınları, komşuları ve tanıyanları olmak üzere müslümanlarca kılınması gereken cenaze namazıdır. Bu namazı birileri kılınca öteki müslümanlar cenaze namazı kılmadıkları için sorumlu olmazlar. Sevap ve fazileti ise namazı kılanlar elde etmiş olurlar.

    B) VACİP NAMAZLAR

    Vacip namazlar, vacip oluşu kulun fiiline bağlı olmayan (li-aynihi vacip) ve vacip oluşu kulun fiiline bağlı olan vacip (li-gayrihi vacip) olmak üzere iki kısımdır. Yatsı namazından sonra kılınan üç rek‘atlık vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramı namazları birinci grupta yer alır. Tilavet secdesi de, her ne kadar namaz olmayıp bir secdeden ibaret olsa da, bu gruba sokulmaktadır. Ayrıca çoğunluk tarafından sünnet kabul edilmekle birlikte, bazı Hanefiler’in vacip saydıkları küsuf namazı da (güneş tutulduğunda kılınan namaz) bu gruba girer.

    İkinci grupta ise Nezir namazı, sehiv secdesi ve ifsat edilen nafile namazın kazası yer alır. Nezir namazı, esasen gerekli ve görev olmamakla birlikte, kişi bir vesileyle namaz kılmayı adadığı zaman kendi iradesiyle kendini yükümlü kılmış olur; artık bu yükümlülüğü yerine getirmesi gerekir.

    C) NAFİLE NAMAZLAR

    Farz veya vacip olan namazların dışındaki namazlara nafile namazlar denir ve farz namazların öncesinde veya sonrasında kılınan sünnet namazlar nafile namaz kapsamında yer alır. Nafile namazları, sünnet namazların dışında ayrı bir kategori olarak ele alan bilginler de bulunmaktadır. Buna göre namazlar; a) farz namazlar, b) vacip namazlar, c) sünnet namazlar, d) nafile namazlar olmak üzere dört çeşit olmaktadır. Sünnet namazlar, vakit namazları yanında düzenli olarak kılınan sünnetleri (revatib) ifade etmekte, nafile namazlar ise düzenli olmayarak çeşitli vesilelerle Allah’a yakınlaşmak ve sevap kazanmak maksadıyla ayrıca kılınan namazları (regaib) ifade etmektedir.

    Sünnet, Hz. Peygamber’in yaptığı ve bir bağlayıcılık ve gereklilik olmaksızın yapılmasını istediği ve teşvik ettiği şeylerdir. Bu anlamda sünnet, hem Hz. Peygamber’in devamlı olarak yaptığı, nadiren terkettiği şeyleri yani Hanefiler’in ıstılahındaki sünneti hem de devamlı olarak yapmayıp, yapılmasına teşvikte bulunduğu şeyleri (mendup, müstehap) içine almaktadır. Buna göre mesela sabah namazının farzından önce iki rek‘at namaz kılmak sünnet, ikindi ve yatsıdan önce kılınan dört rek‘at ise müstehap sayılmaktadır.

    Fakat en doğru ve yaygın gruplama farz ve vacip namazların dışındaki namazları, genel olarak nafile başlığı altında ele alıp bunları kendi içinde kısımlara ayıran gruplamadır. Nafile kelimesinin, farz ve vaciplerin dışında fazladan yapılan işler anlamına gelmesi ve yaygın olarak mendup, müstehap ve tatavvu olarak da adlandırılması bu gruplamanın daha tutarlı olduğunu göstermektedir. Buna göre nafile namaz ifadesi, bir vakti bulunan sünnetleri (müekked sünnet ve müstehap sünnet) ve vakte bağlı olmayan tatavvu namazları içine alır. Birincisi, sünen-i revatib, ikincisi regaib türleri olarak adlandırılır. Revatib, belli bir düzen ve tertip içinde, beş vakit farz namazlarla birlikte ve belli bir devamlılık içinde kılındığı için revatib adını almıştır. Bu açıdan revatib sünnetler, düzenli olarak kılınan sünnetler demektir. Bunlar, Hz. Peygamber’in sünnetine uyularak vakit namazlarından önce veya sonra yahut kimisinde hem önce hem sonra kılınan namazlardır. Peygamberimiz’in devam edip etmemesine göre bunların bazıları sünnet-i müekkede, bazıları sünnet-i gayr-i müekkede olarak nitelendirilir. Hanefi literatürde, sünnet-i müekkede olan namazlar kısaca “sünnet”, gayr-i müekked olanlar ise “müstehap” veya “mendup” diye adlandırılmıştır. Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınan teravih namazı da, sünnet-i müekkede türünden bir namazdır.

    Revatib sünnetler dışındaki nafile namazlar ise regaib adını alır. Bunlar, Hz. Peygamber’in uygulamalarına dayanılarak belirli zamanlarda veya bazı vesilelerle kılınan ya da kişinin kendi isteğiyle herhangi bir zamanda Allah’a yakınlaşmak ve sevap kazanmak amacıyla kıldığı namazlardır. Bunlar gönüllü olarak kendiliğinden kılındığı için “gönüllü (tatavvu) namazlar veya arzuya bağlı namazlar” olarak da adlandırılır. Teheccüd namazı, kuşluk (duha) namazı, istihare namazı, yağmur duası, husuf namazı, küsuf namazı, tahiyyetü’l-mescid, tövbe namazı, evvabin namazı, tesbih namazı, ihrama giriş namazı, yolculuğa çıkış ve yolculuktan dönüş namazı, hacet namazı, abdest ve gusülden sonra namaz regaib türünden nafile namazlardır.

    İslam kültüründe sünnet namazlar, özellikle vakit namazlarının öncesinde-sonrasında kılınan sünnet namazlar, farz namazlara hazırlayıcı ve onları koruyucu ibadetler olarak değerlendirilmiş, ayrıca Hz. Peygamber’e bağlı olmanın da bir göstergesi kabul edilmiştir. Bunun için de, bu namazların mümkün oldukça kılınması tavsiye edilmiş ve terkedilmesi kötü bir davranış sayılmıştır. Bununla birlikte, sonuçta farz veya vacip olmayıp sünnet olduğu için de çeşitli nedenlerle terkedilmesine müsaade ve müsamaha edilmiştir.