Ayette bu sınıf “el-fukara ve’l-mesakin” şeklinde geçer. Zekat verilecek kişileri belirtmek üzere öncelikle zikredilen bu iki terim, şüphesiz tabii ve zaruri ihtiyaçlarını temin edemeyecek olanları ifade etmektedir. Ancak bu iki terimin aynı ayette peş peşe zikredilmesini dikkate alan fakihler bu iki terimin ayrı iki sınıfı mı yoksa aynı sınıfı mı ifade ettiğini, hangi ihtiyaç derecelerini gösterdiklerini tartışmışlardır.
a) Hanefiler, ayette zikredilen fakiri; ev ve ev eşyası gibi asli ihtiyaçlarını karşılayan malı olsa da gelirleri ihtiyaçlarını karşılayamayan, nisab miktarından daha az malı bulunan kimse olarak anlamışlardır. Miskin ise hiçbir geliri ve malı olmayan kimsedir. Bu tanımlar Ebu Hanife’den rivayet edilmiş, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed hariç, diğer Hanefi fakihleri tarafından da benimsenmiştir. Malikiler’in fakir ve miskin tanımları da Ebu Hanife’nin tanımlarına yakındır.
Buna göre miskin, fakirden daha muhtaç kimseye denmektedir. Hanefi fakihleri içinde tam bunun aksi tanımlar verenler de vardır. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed ile Malikiler’den İbnü’l-Kasım’a göre fakir ve miskin aynı sınıftır, aralarında bir fark yoktur.
Hanefiler’e göre zekat almaya hak kazanan fakir ve miskinler şu iki grupta toplanabilir.
1. Hiç malı olmayan yoksul kişiler.
2. Zaruri ihtiyaçları dışında nisab miktarının altında malı olan kişiler.
b) Şafii ve Hanbeliler’e göre fakir; kendisinin ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin ihtiyaçlarını gidermeye yeterli malı ve kazancı olmayan kimsedir. Miskin ise kendisine ve geçimini sağlamakla yükümlü kişilere yeterli olmamakla beraber, sahip olduğu mal ve kazançla kıt kanaat geçinebilen kişidir. Bu iki mezhebe göre fakir, miskinden de fazla ihtiyaç içinde olan kimsedir.
Bu iki mezhebe göre de zekat almayı hak eden muhtaçlar;
1. Hiçbir malı ve geliri olmayanlar.
2. Malı ve geliri olup da bunlarla kendilerinin ve bakmakla yükümlü olduklarının ihtiyaçlarını karşılayamayan kimselerdir.
Bu görüşlerin dışında fakir ve miskin terimlerinin, özellikle sosyal güvenliğin temini açısından önemli olan tanımları da yapılmıştır.
Hz. Ömer’e göre fakir, müslümanların; miskin de gayri müslimlerin muhtaçlarını ifade eder. Hz. Ömer’in yaşlı ve kör bir yahudiyi, maaş bağlanması için beytülmale gönderdiği ve görevliye “Bu adama ve benzerlerine bakın ‘Sadakalar (zekat), ancak fakirler, miskinler.içindir’ ayetinde geçen fukaradan maksat, müslüman fakirler, mesakinden maksat ise Ehl-i kitabın fakirleridir. Bu adam, kitap ehlinin miskinlerindendir” dediği nakledilir (Ebu Yusuf, el-Harac, s. 136).
Muhammed Hamidullah, Hz. Ömer’in fakir ve miskin terimlerini din farkına göre tanımlamasının dil yapısına da uygun olduğunu delilleri ile anlatmaya çalışır. Ancak tabiin fakihlerinden İkrime ve Hanefiler’den İmam Züfer dışında hiçbir fakih bu görüşe katılmamış, diğer bazı delillere dayanarak zekatın sadece müslüman muhtaçlara verilebileceği görüşünde birleşmişlerdir.
Tevbe suresinin 60. ayeti ile Hz. Peygamber’in ilgili hadislerinde gösterildiği gibi zekat gelirleri ile öncelikle fakir ve miskinler korunmaktadır. Bu iki terimin kapsamına, belli varlık ve gelir seviyesinin altına düşen kimselerin tümü girmektedir. Bunlar iffetinden ötürü ihtiyaçlarını dile getiremeyenler olduğu gibi ezile büzüle dilenenler de olabilir. Bu itibarla zekatı devlet topluyorsa devlet, yoksa mükellefler iffetinden ötürü isteyemeyen muhtaçları da araştırıp zekat borçlarını ödeyeceklerdir ve böylece zekatın olabildiğince yoksullara aktarılması sağlanacaktır.
Fakir ve miskinlere ne kadar zekat verilebilir?
Fakir ve miskinlere bir defada verilebilecek azami zekat miktarı konusunda Hanefiler “nisab”ı, fakihlerin çoğunluğu da “kifaye”yi (yeterli miktar) esas almışlardır. Bu bakımdan Hanefiler’e göre, fakir ve miskinlere bir defada nisab miktarı zekat vermek caizdir. Ancak, zekat verilecek yoksul kişi, borçlu yahut aile reisi değilse bu miktarda zekat verilmesi caiz olmakla birlikte mekruhtur. Her halükarda yoksullara verilecek zekat daima nisab miktarından aşağıda tutulmalıdır.
Hanefiler’e göre tabii ihtiyaçlarından başka -artıcı olsun olmasınnisaba ulaşan malı olan kimseye zekat verilmez.
Fakire verilecek azami miktar konusunda öteki mezhepler “yeter miktar” ölçüsünü getirmişler ve nisabı aşsın aşmasın bir yoksula yeterli miktar zekat verilebileceğini savunmuşlardır.
Şafiiler’e göre, fakirin fakirliğini ortadan kaldıracak, ona bir ömür boyu sürekli yetecek ve bir daha zekat almaya muhtaç etmeyecek kadar zekat verilmesi caizdir. Çünkü fakirlik ve miskinlik “nisab”a değil, “kifaye”ye (yeterli mala) sahip olmamakla ölçülür.
Bir fakire ne kadar malın yeterli olacağının kesin bir ölçüsü yoktur. Bu, kişinin mesleğine, yaşadığı muhit ve şartlara göre değişir. Mesela mesleği terzilik, marangozluk, kasaplık vs. olanlara sanatlarını yürütebilecek ve meslektaşlarının bulundurduğu alet ve makineleri satın alabilecek kadar, çiftçiye sürekli kendisine yetecek, tarla, bahçe alabilecek kadar zekat verilebilir. Sanat ve mesleği olmayan muhtaçlara da yaşadıkları çevrenin şartlarına göre bir ömür boyu yetecek miktarda zekat verilebilir.
Maliki ve Hanbeliler’e göre ise fakir ve miskinlere, kendilerine ve ailelerine bir yıl yetecek kadar zekat verilebilir. Bir yıllık yeter mal kavramı da kişi, muhit ve şartlara göre değişebilir.
Fakihler maddi imkansızlığından dolayı evlenemeyenlere “evlenme yardımını”, ilim tahsili için çalışanlara “kitap almaları için yapılacak yardımları” da kifaye (yeterlilik) kavramının kapsamına almışlardır.
Zengin, zekat verecek durumdaki kimse olduğu için, kural olarak zekat alamayacağında fakihler görüş birliğindedir. Hz. Peygamber “Sadaka (zekat) zengine helal olmaz” (Ebu Davud, “Zekat”, 25) buyurmuştur. Ancak fakihler zekat almaya engel teşkil eden zenginliğin sınırını belirlemede farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu itibarla fakir ve miskin terimlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için bunların karşıtı olan “zengin” terimini ayrıca ele almak ve fakihlerin bu konudaki görüşlerini tesbit etmek gerekmektedir.
Hanefiler’e göre, şer‘an zengin sayılmanın ölçüsü nisabdır. Zenginliğin şartı temel ihtiyaçlardan fazla olan nisab miktarı mala sahip olmaktır. Bu malın artıcı vasıfta olması ise zekat ödeme mükellefiyeti için şarttır.
Buna göre zenginlik şu iki durumda ele alınmalıdır:
1. Kişinin hangi neviden olursa olsun, nisab miktarı artıcı vasıftaki zekata tabi mallardan birine sahip olmasıdır. Mesela 20 miskal altın veya 200 dirhem gümüş yahut bunların karşılığı paraya sahip olan zengin sayılır. Aynı şekilde beş deveye veya kırk koyuna, yahut otuz sığıra malik olan da zengin sayılır. Bütün bunlar zekat mükellefidir (Zamanımızda gümüşün değeri aşırı derecede düştüğü için 561.2 gr. gümüş ve bunun TL. karşılığı nisap sayılamaz. Ya altın veya sayılan malların ortalaması esas alınmalıdır). Bir kimse aynı zamanda kendisinden zekat alınan zengin ve kendisine zekat verilen fakir olamaz.
2. Kişinin temel ihtiyaçlarından fazla “artıcı” özellikte olmayan nisab miktarı mala sahip olmasıdır. Bu durumdaki kişinin, zekat vermesi farz olmamakla beraber:
a) Zekat alması haramdır. b) Fitre vermesi vaciptir.
c) Kurban kesmesi vaciptir.
Temel ihtiyaçlarından fazla mal varlığı olmayan kişiye, bu mallarının değeri ne olursa olsun, zekat verilebilir. Çünkü temel ihtiyaçlar zekat hukuku yönünden yok farzedilir.
Sonuç olarak temel ihtiyaçlar dışında ister artıcı vasıfta olsun ister bu vasfı taşımasın herhangi tür maldan nisaba sahip olan kimseye zekat verilemez. Nisab miktarından az mala sahip olan kişiye, sağlıklı ve kazancı da olsa zekat verilebilir. Çünkü şer‘an zengin sayılmanın sınırı ve ölçüsü nisabdır. Nisabın altında mala sahip olanlar fakir, üstünde mal varlığı olanlar zengin sayılır. Ancak artıcı özellikte nisab miktarı mala sahip olmak (nisab-ı gına) zekat almaya engel teşkil ettiği gibi, kişiyi -diğer şartların da bulunmasıylazekat vermekle de mükellef kılar. Bu vasfı taşımayan nisab miktarı mala sahip olmak ise (nisab-ı istiğna), zekat vermeyi gerektirmemekle beraber zekat almaya mani olur.
Hanefiler’e göre şer‘an zengin bir erkeğin küçük çocuğu da babasına nisbetle zengin sayılır. Ona da zekat verilemez. Fakat zengin bir kadının fakir ve yetim çocuğuna -babası müslüman ise zekat verilebilir. Zira çocuğun nesebi babaya aittir. Annesinin serveti sebebiyle zengin sayılmaz. Aynı şekilde bir kimse zengin bir şahsın fakir olan babasına, büyük oğluna veya kızına ve hanımına zekat verebilir. Çünkü bunlar müstakil velayete sahiptirler. Babanın servetiyle zengin sayılmazlar.
Şafii, Maliki ve Hanbeliler’e göre ise zenginlik ölçüsü “kifaye” yani kişiye ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere yetecek kadar mala sahip olmaktır.
Zenginliğin belirli bir sınırı yoktur. İnsan imkan ve gücüne göre ya zengin olur ya da fakir olur. Kişiye sahip olduğu mal yetiyorsa onun zekat alması haramdır. Malı ve kazancı yetmiyorsa zekat alması helaldir.
Muhtaç olmak fakirlik, muhtaç olmamak zenginliktir. Muhtaç olan herkes zekat almayı hak eder.
Bu görüşe göre:
1. İster artıcı vasıfta olsun ister olmasın, kendisine ve bakmakla mükellef olduğu kişilere yetecek kadar mala sahip olan kimsenin zekat alması caiz değildir.
2. Nisabın üstünde malı olduğu halde bu varlığı kendisinin ve aile fertlerinin geçimini sağlıyamıyorsa, o kişinin zekat alması caizdir. Mesela, nisabın çok üstünde ticari sermayesi olan bir kimse, ticari hayattaki durgunluk veya başka bir sebepten dolayı geçim sıkıntısına düşmüş ise onun zekat alması caizdir.
Zekat almayı engelleyen ölçüyü “kifaye” (yeterlilik) olarak kabul eden fakihlerin çoğunluğu, vücudu sağlam, çalışma imkan ve gücüne sahip olduğu halde çalışmayan tembel kişilere zekat vermenin caiz olmadığı görüşünde de birleşmişlerdir.
Bir de müslümanın başkalarından yardım dilenmemesi için konulmuş zenginlik ölçüsü vardır ki buna “nisab-ı istiğna” adı verilmektedir. Hanefi mezhebine göre nisab-ı istiğna -eski değerine göre 200 dirhem gümüş veya bunun değeri herhangi tür bir maldır. Bu kadar mal veya paraya sahip olamayanların başkalarından yardım istemesinde bir sakınca yoktur.
Fakihlerin çoğunluğu ise ihtiyaç sahibi olan kimselerin dilenmesinin caiz olduğunu, ihtiyacı olmayanların dilenmesinin ise haram olduğunu söylemişlerdir.
Zaruret olmadıkça başkalarından istememe konusu üzerinde titizlikle duran fakihler 40 veya 50 dirhem parası bulunan kimselerin dilenmesini yasaklayıcı mahiyetteki hadisleri, bu durumda yardım istemenin mekruh olduğu şeklinde yorumlamışlardır.