“Sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak ediniz.” (el-Bakara 2/267) ifadesi ile genel olarak zirai mahsullerden zekat yükümlülüğüne işaret edilmiş olduğuna ve ayetteki “infak ediniz” emrinin, fakihlerin çoğunluğu tarafından “zekatını veriniz” anlamında tefsir edildiğine yukarıda temas edilmişti. Allah Teala topraktan çeşitli mahsuller bitirdiği gibi, O’nun yarattığı çok çeşitli madenler de yine topraktan çıkarılmaktadır. Bu sebeple, fakihler zikredilen ayetin umumi anlamı gereğince madenlerde de ödenmesi gerekli bir hakkın bulunduğunu düşünmüşlerdir.
Hz. Peygamber’in hadislerinde ve sahabe uygulamasında yer altında bulunan define ve madenlerin vergilendirildiğine dair çeşitli rivayet ve bilgiler bulunur. Fıkıh literatüründe “rikaz” madenleri, diğer yer altı zenginliklerini ve yer altında gömülü antika, hazine ve benzeri eşyayı ifade eden geniş bir kapsama sahiptir. Bu itibarla konu rikaz, madenler, deniz mahsulleri olmak üzere üçlü bir ayırım içinde ele alınabilir.
a) Rikaz
Rikaz terimi, maden, define ve hazine gibi kendiliğinden yer altında bulunan veya insanlar tarafından yer altına gömülüp gizlenen her türlü kıymetli maden ve eşyayı ifade eder.
Hz. Peygamber’in “Rikazda humus (1/5 nisbetinde vergi) vardır” (Ebu Ubeyd, el-Emval, nr. 856-860) buyurduğu, Hz. Ömer’in Medine dışında bulunan 1000 dinar altın paranın 200 dinarını devlet adına beytülmale aldığı, Hz. Ali’nin de madenleri rikaz diye isimlendirip, çıkarılan maden parçalarından ve bulunan eski devirlere ait paralardan 1/5 nisbetinde vergi aldığı rivayet edilir (Ebu Ubeyd, a.g.e, nr. 871, 874-875).
Rikazla ilgili hadis ve sahabe tatbikatını değerlendiren fakihler, bu terimin kapsamı üzerinde görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
İmam Şafii, İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel’e göre rikaz eski devirlerde yer altına saklanan ve İslami devirde bulunan kıymetli eşya, hazine ve definedir. Madenler rikazın kapsamına girmez. Hatta İmam Şafii rikazı sadece Cahiliye devrinde gömülmüş olan altın ve gümüşe hasreder.
Hanefi fakihleri ise hem madenleri ve hem de eski devirlerde yer altına gömülüp gizlenen her nevi kıymetli eşyayı rikaz mefhumu içinde mütalaa ederler.
Rikaz; eski devirlerde yer altına gömülen veya herhangi bir sebeple yer altında kalan kıymetli eşyayı ifade ettiğinde,
1. Mevat (işlenmemiş, sahipsiz) topraklarda veya sahibi bilinmeyen topraklarda bulunmuş ise 1/5’i vergi olarak alınır, kalan 4/5’i bulana verilir. Mülk arazide bulunmuş ise Hanefiler’e göre 4/5’i mülk sahibi veya varislerine ait olur. Bu eşyayı gayri müslim tebaadan biri veya çocuk da bulsa durumda bir değişiklik olmaz.
2. Bulunan altın-gümüş ve kıymetli eşyanın İslami alamet (mühür, yazı gibi) taşıması halinde “lukata” hükümleri uygulanır. Bu halde bulunan eşya bir sene müddetle -usulüne uygun ilan edilir, sahibi çıkmazsa beytülmale teslim edilir.
3. Bu nevi bulunan eşyanın vergilendirilmesi için cumhura göre nisab da aranmaz. İmam Şafii nisab şartını ileri sürmüştür.
4. Fakihler rikazın 1/5 nisbetinde vergiye tabi olabilmesi için, bulunduktan sonra üzerinden bir sene geçmesinin şart olmadığında görüş birliğindedir.
Rikaz ile ilgili hadislerde, alınan 1/5 nisbetindeki verginin zekat verilecek kimselere mi, yoksa fey kapsamında düşünülüp zekatın dışında kalan muhtelif devlet giderleri için mi harcanacağı hususunda açıklık yoktur. Bu sebeple fakihler rikazın dağıtımı hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
İmam Şafii rikazdan alınan 1/5 nisbetindeki verginin zekat verilecek kimselere sarfedileceğini, Ebu Hanife, -bir görüşe göre İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel ise bu gelirin fey hükümlerine tabi olup zekat dışında, kamu hizmetlerine harcanacağını savunmuşlardır.
Rikaz, yer altına gömülmüş altın, gümüş, hazine yani kenz ve define anlamına alındığında önemli bir devlet geliri sayılmamalıdır. Çünkü bu çeşit hazine ve antik eşyanın bulunup çıkarılması sık sık rastlanan bir olay değildir. Ancak, Hanefi fakihlerine göre madenler rikaz mefhumu içinde mütalaa edildiğinden, rikazın vergilendirmesi büyük önem taşımaktadır. Hemen aşağıda izah edeceğimiz gibi, bu durumda hem kapsamı genişlemiş olacak ve hem de maden vergi nisbetleri 1/5 olarak kabul edildiğinden devlet gelirleri içinde önemli bir yekün tutacaktır.
b) Madenler
Arap yarımadasında İslam’ın ilk devrinde maden işletmeciliği ve ticareti pek gelişmemiş, bunun sonucu olarak maden vergi hukuku tatbikatı da sınırlı sayıdaki uygulama örneğine münhasır kalmıştır. Bu sebepten dolayı da müctehidler hangi nevi madenlerin zekata tabi olduğu, hangilerinin olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Hanefi fakihlerinden Serahsi (ö. 490/1090), maden vergi hukuku yönünden önemli olan aşağıdaki taksim şeklini verir.
Yer altından çıkarılan madenler üç kısımdır:
1. Katı olup eritilebilen ve dökümü yapılabilen madenler; altın, gümüş, demir, bakır gibi.
2. Eritilmeye elverişli olmayan katı madenler; mermer, kireç, kömür gibi.
3. Sıvı olup katılaşmayan madenler; cıva, petrol gibi.
Ebu Hanife ve arkadaşlarına göre, katı olup eritilebilen ve dökümü yapılabilen altın, gümüş, demir, bakır gibi madenler vergiye tabidir. Eritilmeye elverişli olmayan yakut, zümrüt, mermer, kireç gibi madenlerle, sıvı olup katılaşmayan civa, petrol gibi madenlerden vergi alınmaz.
Şafii’ye göre, sadece altın ve gümüş madenleri zekata tabidir, bunların dışında kalan madenler zekata tabi değildir.
Hanbeli fakihleri ise, altın ve gümüş ile diğer madenler arasında herhangi bir fark gözetmemişler ve Bakara suresinin 267. ayetinin genel anlatımından hareket ederek, cinsi ne olursa olsun bütün madenlerin zekata tabi olduğu görüşünü savunmuşlardır. Hanbeli mezhebine göre, yerden çıkan bütün madenler zekata tabidir. Bu madenlerden ister altın, gümüş, demir, bakır gibi eritilip dökümü yapılabilir cinsten olsun, ister yakut, zümrüt, sürme gibi sert olup eritilemeyen madenler olsun, isterse zift, neft, petrol gibi sıvı halde bulunan madenlerden olsun, bir ayırım gözetilmeksizin hepsinden zekat alınır.
Günümüzde özellikle petrol gibi yer altı zenginlikleri sadece şahıslar değil ülke ekonomileri açısından da büyük bir önem ve değer taşımaya başlamıştır. Klasik dönem fakihlerinin madenlerin zekat veya vergiye tabi olup olmadığı konusundaki görüşleri, dönemlerinde bilinen ve elde edilen madenlerin o günkü ekonomik değeriyle ve toplum için taşıdığı önemle yakından bağlantılıdır. Zekatı ve vergilendirmenin temelinde servetten pay alınıp ihtiyaç sahipleri ve toplum yararına harcanması olduğuna, fakihler de daima bu ilkeyi korumaya çalıştıklarına göre, onların madenlerin zekatıyla ilgili görüşlerinin günümüze aktarılması, bu ilke ve çerçeve dahilinde yapılmalıdır. Bu itibarla Hanbeli mezhebinin görüşü doğrultusunda hareket edip, günümüzde bütün madenlerin zekata tabi tutulması gerektiğini ifade etmek, diğer mezheplerin görüşleriyle de esasta çelişmez. Bu anlayış zekatın ruhuna daha uygundur. 20 miskal altını olanı zekata tabi tutup milyarlarca dolarlık kazanç elde eden maden ve petrol işletmecisini zekattan muaf tutmak İslam’ın daima öngördüğü ve önem verdiği adalet ölçüsüyle bağdaşmasa gerektir.
Madenlerden alınacak zekatın nisbeti konusu fakihler arasında tartışmalıdır. Hanefi mezhebi fakihleri madenleri rikaz mefhumu içinde mütalaa ettiklerinden, rikazla ilgili hadise istinaden vergi nisbetinin 1/5 olacağı, İmam Şafii, Malik ve Ahmed b. Hanbel ise madenlerden 1/40 (% 2.5) nisbetinde zekat alınacağı görüşünü benimsemişlerdir.
Madenlerin zekata tabi olabilmesi için belli bir nisaba ulaşması ve üzerlerinden bir sene geçmiş olması şart mıdır?
Hanefi mezhebine göre madenlerde nisab aranmaz. Bulunan veya işlenen maden az da olsa çok da olsa vergiye tabidir. Çünkü maden rikazdır. Rikazda da 1/5 nisbetinde alınması gerekli bir “hak” olduğu hadisle belirtilmiştir. Buna göre sahipli arazide eritilebilen ve dökümü yapılabilen altın, gümüş, demir, bakır gibi bir maden bulunursa devlet 1/5 nisbetinde vergisini alır, kalanı yani 4/5’i o arazi sahibine verilir.
İmam Malik, İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise madenlerin zekata tabi olabilmeleri için nisab miktarına ulaşması gerekir. Bu da hadislerle gösterilen altın ve gümüş nisabıdır. Madenler bu kıymetlere ulaşmadıkça zekata tabi olmazlar.
Bütün fakihler madenlerin zekata tabi olabilmeleri için üzerinden bir sene geçmesinin şart olmadığı görüşünde birleşmişlerdir.
Maden, sahibi bilinmeyen arazide veya devlete ait topraklarda bulunursa yine devlet 1/5 payını alır, kalan 4/5’i bulana ait olur.
Hanefiler’e göre madenlerden alınan 1/5 nisbetindeki vergi fey hükmüne tabidir, dolayısıyla kamu yararına olmak üzere devlet giderleri içinde sarfedilir.
Diğer mezhep imamlarına göre ise alınan vergi zekattır ve Tevbe suresinin 60. ayetinde gösterilen zekat sarf yerlerine harcanır.
c) Deniz Ürünleri
Bu konuda Hz. Ömer’den bir uygulama örneği aktarılır: Hz. Ömer Ya‘la b. Ümeyye’yi deniz kıyılarına amil olarak tayin eder. Ya‘la deniz kıyısında bulunan bir anber hakkında Hz. Ömer’den yazılı görüş ister. Hz. Ömer de ashapla istişareden sonra şöyle görüş bildirir: “Şüphesiz anber, Allah’ın nimetlerinden biridir. Anberde ve onun gibi denizden çıkarılan diğer kıymetlerde 1/5 (nisbetinde vergi borcu) vardır” (Ebu Yusuf, el-Harac, s. 76).
İslam vergi hukukunun klasik dönemdeki önemli müelliflerinden Ebu Ubeyd de Emevi Halifesi Ömer b. Abdülaziz’in Umman amiline, denizden çıkarılan balıkların değeri gümüş nisabına ulaşırsa, onlardan zekat tahsil etmesini emrettiğini rivayet eder (el-Emval, nr. 888) ve adı geçen müctehid halifenin denizden çıkarılan her türlü kıymetli eşyanın zekata tabi bulunması görüşünde olduğunu bildirir.
Dönemlerinde denizden elde edilen ürünlerin önemli bir yekün tutmadığı için olmalı, fakihler deniz mahsullerinin zekata tabi mallardan olmadığı görüşündedirler. Ebu Yusuf ise denizden çıkarılan inci, mercan gibi kıymetli süs eşyaları ile anber gibi kokuların 1/5 oranında vergiye tabi tutulması gerektiğini ileri sürer.