Zekatın, müslümanın temel dini ödevlerinden birisi olduğu Kur’an’da sıklıkla tekrarlanmakla birlikte, namaz gibi zekat da genel ve kapalı (mücmel) bir ifadeyle emredilmiş, hangi malların hangi şartlar altında zekata tabi oldukları konusunda ayrıntılı bilgi verilmemiştir. Bu konudaki ayrıntılı fıkhi hükümlerin önemli bir kısmının Hz. Peygamber’in ve sahabenin uygulamalarından kaynaklandığını biliyoruz. Ancak Kur’an zekatın kimlere verileceğini özellikle belirtmiş ve hicri 9. yılda inen Tevbe suresinin 60. ayetinde bu kişiler ayrı ayrı sayılmıştır. Ayette şöyle buyurulur: “Sadakalar (zekatlar) Allah’tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, zekat işinde çalışanlara, kalpleri İslam’a ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Allah bilendir, hakimdir.”
Kur’an’da zekatın harcama yerlerinin ayrı ayrı belirtilmesinin sebebi, önceki ayetlerde (et-Tevbe 6/58, 59) açıklanmıştır: Hz. Peygamber zamanında mala düşkün bazı kişiler zekat mallarına göz dikmiş ve Hz. Peygamber’den bunları kendilerine vermesini istemişlerdi. Resulullah onların hak etmedikleri isteklerde bulunmalarını hoş karşılamamış, onlar da serzenişte bulunmaya başlamışlardı. Bunun üzerine yüce Allah hem onların bu davranışlarını kınayan ayetlerini indirmiş (et-Tevbe 9/58-59) hem de zekatın sarf yerlerini açıklamıştır.
Tarihin tanıdığı en eski devlet gelirlerinden olan vergi, yine tarih boyu çeşitli ülke ve imparatorluklar tarafından değişik türlerde halktan toplanmış, ancak bu vergiler genelde yerine harcanmayıp kral veya imparatorların kişisel masraflarına veya onların akraba ve yardımcılarına harcanmak üzere hazineye konulmuştur. Kur’an’da zekatın sarf yerleri gösterilmekle, bu tür yolsuzluk ve usulsüzlükler önlenmek istenmiş, zekatın dağıtımı dar görüşlü ve taraflı davranabilecek yapıdaki yöneticilerin insafına bırakılmamış, onu almaya gerçekten hak kazanan fakir ve muhtaçlar dururken, hak etmeyen fakat hırs ve tamahı yüzünden zekat mallarına göz dikenlerin ümitleri de kırılmıştır.