Yukarıda zekatın vücub şartlarından, yani bir kimsenin zekatla mükellef olabilmesi için şahsı ve malı yönünden aranan şartlardan söz edildi. Şimdi ise, üzerine böyle bir mükellefiyet terettüp eden müslümanın yapacağı ifanın geçerli olabilmesi için gerekli şartlar, yani klasik ifadesiyle zekatın sıhhatinin şartları üzerinde durulacaktır. Zekatın, fakihlerce ısrarla üzerinde durulan iki önemli sıhhat şartı vardır. Bunlar da mükellefin ibadet niyeti ve yapılan ödemenin ehline temlikidir.
a) Niyet
Zekat esasen mali bir ibadettir ve namazla birlikte İslam’ın iki temelini teşkil eder. Namaz bedeni ibadetlerin, zekat da mali ibadetlerin simgesi konumundadır. Ayet ve hadislerde zekatın çok defa namazla birlikte zikredilmiş olması da böyle bir anlam taşır. Zekat sadece bir borç değil aynı zamanda ondan istifade edecek kişilerin bir hakkıdır da. Bu sebeple devletin toplama ve dağıtma yükümlülüğünü üstlendiği bir nevi vergi olarak da nitelendirilir. Devlet onu mükelleflerden gerektiğinde zorla tahsil eder. Bunlar zekat mükellefiyetinin toplumu ve üçüncü şahısları ilgilendiren yönüdür. Bunlara ilave olarak bir de zekatın ibadet olması, Allah’ın emrine itaat edilerek, O’na kulluğun bir nişanesi olarak yerine getirilmekte oluşu sebebiyle mükellefin niyet ve kastını, onun iç dünyasını ilgilendiren yönü vardır. Bu sebeple de İslam bilginleri, zekatta ibadet bilinç ve niyetinin bulunması gerektiğini, ancak bu takdirde zekatın mükellef açısından geçerli olacağını belirtirler.
Zekatın bu iki yönünü birlikte değerlendiren fakihler diğer ibadetlerde olduğu gibi zekat borcunun ödenmesinde de niyetin şart olduğunda görüş birliğine varmışlar, fakat bu niyetin ne zaman yapılacağında, mükellef adına başkası tarafından yapılıp yapılamayacağında (niyabet), ayrıca devlet tarafından zorla tahsil edildiğinde zekat borcunun ödenmiş olup olmayacağında farklı görüş ileri sürmüşlerdir.
Hanefiler’e ve Şafiiler’e göre; kaide olarak niyetin ödeme anında bulunması gerekir. Çünkü zekat ibadettir ve ibadetlerde niyet şarttır. Fakat ödemeler parça parça yapıldığı için, kolaylık olsun diye niyetin, zekat borcunun çıkarıldığı anda bulunması da yeterlidir. Bu oruçta niyetin önceden yapılması gibidir.
Zekat verilirken hükmen niyet edilmiş olması da yeterlidir. Mesela mal sahibi niyet etmeden zekat borcunu verdikten sonra henüz mal fakirin elinde iken niyet etmesi, yahut vekile vermesi anında niyet ettiği halde vekil zekat borcunu öderken niyet etmemesi gibi durumlarda niyet hükmen var sayılır. Çünkü emreden kişinin niyeti esastır.
Hanefi mezhebinde müfta bih (kendisiyle fetva verilen) görüşe göre zekat memuru açık mallardan (el-emvalü’z-zahire) zekatı zorla almış ise, mükellefin üzerinden zekat borcu düşer, gizli mallardan zorla zekat alındı ise zekat borcundan mükellef -niyet etmemiş ise kurtulamaz.
Şafiiler’e göre; tercih edilen görüş -Hanefiler’de olduğu gibi niyetin zekat borcunu çıkarma anında yapılabileceğidir. Çünkü niyeti zekat borcunu hak edenlere verirken şart koşmak güçlük doğurur. Onun için malında vekil tayin eden kişinin devir esnasında zekata niyet etmesi yeterlidir.
Şafiiler çocuk ve akıl hastasının mal varlığından veli ve vasilerinin zekat ödemekle mükellef oldukları görüşündedir. Bu durumda veli veya vasi onlar adına zekat öderken niyet edeceklerdir.
Malikiler’e göre mükellef zekat malını ayırırken, bu malın verilmesinden az önce veya verilirken niyet edilmesi caizdir. Hanbeliler’in görüşü de buna yakındır. Onlara göre mal sahibinin niyeti esas olup zekat memurunun niyeti onun yerine geçmez.
b) Temlik
Zekatı, ona ehil olanlara vermek yani onların mülkiyetlerine geçirmek (temlik) şarttır. Bu şart iki unsur içerir; birincisi temlik işlemi, ikincisi ise temlikin yapıldığı şahsın zekatı almaya ehil oluşu. Fakihlerin temlik terimine genelde bir malın mülkiyetini zekat alacak şahsa doğrudan nakletme işlemi şeklinde dar bir anlam verdiklerini belirtmek gerekir. Bu itibarla bir kimse zekat niyetiyle bir fakir veya yetimin karnını doyursa bu zekat borcunu ortadan kaldırmaz. Ancak zekata niyet edilerek, onlara gıda maddeleri verilse zekat ödenmiş olur. Çünkü zekat niyetiyle fakire, yetime mal vermek temliktir. Böylece onlar kendi malından yemiş olur.
Klasik dönem İslam hukukçularının büyük çoğunluğuna göre cami, okul, yol, köprü, çeşme yapımı gibi hayır kuruluşlarına zekat verilmez; ölü kefenleri alınmaz ve ölülerin borçları zekatla ödenmez. Çünkü bu durumlarda temlik gerçekleşmez; yani zekat, borcu ödenen kişinin mülkiyetine geçmemektedir. Hayır kurumlarına zekatın dışında bağışlar şeklinde yardımlar yapılmalı, zekat ise sadece fakirlere verilmelidir. Çünkü İslam dininde imkanı olan müslümandan sadece zekat borcunu vermesi değil, bunu da aşarak Allah’ın kendisine verdiği malını hayırlı faaliyetlere sarfetmesi istenmektedir.
İslam’ı yaymak, korumak, müslümanlara düşmanlarından zarar gelmesini önlemek amacıyla yapılan harcamalar zekat yerine geçer. Çağımızda yoksullara ve acizlere bakmak için kurumlar oluşturulmuştur. Bu kurumlara da zekat verilir ve bu vekaleten veya dolaylı temlik sayılır.
Temliki dar manasıyla alan fakihler bir fakiri zekata mahsup olmak üzere bir dairede oturtmakla da zekat borcunun ödenmiş olmayacağını, çünkü bunun temlik sayılmayacağını ileri sürmüşlerdir. Ancak evin kullanımının ekonomik bir değerinin bulunduğu, fakirin evde oturduğu müddetçe onun kullanım (menfaat) mülkiyetine sahip olduğu ve bu açıdan temlikin gerçekleştiği düşünülürse araya göstermelik bir para alışverişinin girmesine gerek olmadığı görüşü daha doğrudur.
Zekat usul (baba, anne, dede, nine) ve fürua (çocuk ve torun) verilemez. Çünkü zekat verenle usul ve füruu arasında çok sıkı bir mülkiyet bağı ve menfaat ortaklığı vardır. Dolayısıyla burada tam anlamıyla temlik gerçekleşmez. Aynı şekilde kişi zekatını karısına da veremez. Ebu Hanife’ye göre kadın da zekatını kocasına veremez.
Fakir bir kimsede alacağı olan zengin ona, “Alacağımı sana zekat olarak veriyorum” dese temliki dar ve formel (şekli) manada anlayan fakihlere göre bu şekilde zekat borcu ödenmiş olmaz. Çünkü zengin zekat borcunu fakirin eline teslim etmedikçe temlik gerçekleşmez ve borçtan kurtulmaz. Ancak temliki geniş manasıyla alırsak bu da bir nevi temliktir, zekat yerine geçer. Bunun için de borçlu, borcunu alacaklıya ödeyip sonra tekrar zekat olarak ondan alması şeklinde bir şekli ve dolaylı işleme gerek yoktur.
Yapılan bir harcamanın veya ödemenin fıkhen zekat sayılabilmesi için fakihlerce ileri sürülen niyet ve ehline temlik şartları netice itibariyle hem zekatı verenin bilinçli ve iradi şekilde hareket etmesini sağlamaya hem de fakirin haklarını korumaya matuf tedbirler olarak anlaşılmalıdır. Fakihlerin temlik terimini dar manasıyla ve şekli bir işlem olarak yorumlamaları da esasen fakirin hakkını gözetmeye yönelik bir çaba olmakla birlikte bu yaklaşım bazan gülünç hilelerin de yolunu açmaktadır. Doğru olanı, temlike geniş mana verilmesi ve dolaylı temliklerin yeterli sayılmasıdır.
Borçlu, zengin alacaklısına “Bana zekatını ver, senin borcunu ödeyeyim” dese alacaklı da zekatını ona verse, zekat borcunu ödemiş olur. Borçlu onu aldıktan sonra kendi borcunu ödemek zorunda değildir. Ama borç yerine, aldığı zekatı verirse borcunu ödemiş sayılır.
Temlikin gerçekleşmesinde gözetilen ikinci husus ise, temlikin zekatı hak edenlere yapılmasının şartıdır. Bu itibarla zekat zenginlere ve onların küçük çocuklarına verilemez. Çünkü onlar zekata ehil değildir. Zenginin yetişkin çocuğu, nafakası babasına ait de olsa, zengin sayılmaz. Zenginin fakir karısı da böyledir.
Hz. Peygamber kendi soyuna zekat verilmesini yasakladığı için zekat Haşimoğulları’na da verilemez. Böylece Hz. Peygamber bir devlet gelirini hakda etselersülalesine yasaklayan tek tarihi şahsiyettir. Belki de o, bu uygulaması ile zekat mallarına göz diken kötü kişilerin çeşitli istismarlarına mani olmak istemiş ve zekat gelirlerini Haşimoğulları’na yasaklamıştır. Haşimoğulları; Hz. Ali, Abbas, Ca‘fer Tayyar, Akýl ve Haris b. Abdülmuttalib soyundan gelenlerle bunlar tarafından hürriyete kavuşturulan kişilerdir.