Zekat bir ibadet olduğu için, kural olarak doğrudan mükellef birey tarafından yerine getirilir. Fakat zekatın mali yönünün bulunması, giderek düzenli bir organizasyona ihtiyaç duyması ve kurumsallaşması, zaman içinde bu mali ibadetin büyük bir organizasyon (devlet aygıtı) tarafından yerine getirilmesini veya o aygıt tarafından denetlenmesini gerekli hale getirmiştir. Zekata “fakirin zengin bireylerin malındaki hakkı” gözüyle bakılması da zekat organizasyonuna devletin girmesinde bir etken olmuştur. Bu kurumun düzenli bir şekilde işleyişinin ancak devlet tarafından sağlanabileceği görüşü yaygınlık kazanmıştır. Bu bakımdan İslam toplumlarında, zekatı zengin bireylerden alıp hak sahiplerine dağıtma işini öteden beri devlet üstlenmiş ve böylece zekatın toplanması ve dağıtılması kamu hukukunun bir parçası olmuştur.

    Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber’e zenginlerin mallarından zekat alması emredilmiş (et-Tevbe 9/103), bu işlerde görevli personele “ve’l amiline aleyha” (zekat işinde çalışanlar) ifadesi ile işaret edilmiş ve onlara bu görevlerine karşılık olmak üzere, zekat gelirlerinden pay ödenmesi gerektiği belirtilmiştir (et-Tevbe 9/60).



    Bu iki ayet, zekatın toplanıp hak edenlere dağıtılması işinin devlet tarafından ele alınmasının gerekli bir görev olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber’in “Onlara söyle, Allah mallarında zekatı farz kıldı. Bu zekat zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir” (Buhari, “Zekat”, 1) diyerek Muaz b. Cebel’i Yemen’e zekat toplamak üzere göndermesi de bu anlamda değerlendirilebilir.

    Hz. Peygamber’in söz ve uygulaması, Hulefa-yi Raşidin ve daha sonraki devirlerde izlenmiş, zekat tahsil ve dağıtım işi genellikle devlet memurları tarafından yapılmıştır. Ancak gerek Hz. Peygamber gerekse Hulefa-yi Raşidin devirlerinde mükelleflerin mallarının zekatlarını kendiliklerinden getirip devlet yetkililerine verdiğinin de birçok örneği vardır.

    İleriki devirlerde fakihler zekata tabi malları; “el-emvalü’l-batına” (gizli mallar) ve “el-emvalü’z-zahire” (açık mallar) olmak üzere iki ana grupta ele almışlar ve bunların tahsil edilmesinde farklı iki yol izlenmiştir.

    Hanefiler, Hz. Osman dönemindeki uygulamayı esas alarak, açık mallardan alınacak zekatın toplama ve dağıtım yetkisinin devlete ait olduğu, gizli malların zekatının ise bizzat mükellef bireyler tarafından ödeneceği şeklinde bir yaklaşımı benimsemişlerdir.

    Şafiiler, gizli malların zekatının bizzat mükellef birey tarafından ödeneceği görüşünde Hanefiler’le birleşir. Fakat, açık malların zekatı konusunda biri bunun devlet tarafından toplanıp dağıtılabileceği, diğeri, gizli malda olduğu gibi, mükellef birey tarafından yerine getirileceği şeklinde iki görüş bulunmaktadır.

    Maliki mezhebine göre ise, zekatın ilke ve amaçları doğrultusunda yapılmış düzenlemelere tam riayet şartıyla, zekat borçları doğrudan devlete ödenir.

    Hanbeliler ise bu konuda bir ayırım ve tercih yapmaksızın, zekat borçlarının devlete verilebileceği gibi, doğrudan hak sahiplerine de ulaştırılabileceğini söylemişlerdir.

    Fakihlerin çoğunluğuna göre devletin, zekata tabi olan bütün malların zekatlarının doğrudan kendisine verilmesini isteme yetkisi vardır. Devlet bu yetkiyi kullanarak ödemekten kaçınanlardan zekat borcunu zorla alır. Fakihler arasındaki ihtilaf, mükellefin zekat borcunu devlete ödeme mecburiyetinde olup olmadığıdır. Fakihlerin bu konudaki farklı görüşlerinde ve çekimser tavırlarında, dönemlerinde devlet eliyle toplanan zekatın yerinde harcanıp harcanmadığı yönündeki kanaatlerinin etkili olduğu açıktır.

    Bu konu 1952 Şam Konferansı’nda alimler tarafından ele alınmış ve şu sonuca varılmıştır:

    1. Zamanımızda müslümanlar zekat ödemede ihmalkar davranmaktadırlar. Bu itibarla Hz. Osman’ın gizli malların zekatlarını ödemeleri hususunda verdiği vekalet geçerliliğini kaybetmiştir. Asıl kurala dönülerek zekat devlet tarafından toplanıp dağıtılmalıdır.

    2. Günümüzde hemen hemen bütün mallar açık mal haline gelmiştir. Ticarette tutulan değerlerle banka ve şirketlerdeki paraların tesbiti ve belirlenmesi kolay ve mümkündür.

    Bu sebeplerden dolayı gizli-açık ayırımı yapılmadan bütün malların zekatı hükümetler tarafından oluşturulacak özel bir kurum vasıtası ile toplanıp hak sahiplerine yani ayette öngörülen yerlere dağıtılmalıdır.

    Zekatın devlet tarafından toplanmadığı yerlerde mükellef, açık ve gizli bütün mallarının zekatını bizzat kendisi hak edenlere vermelidir.

    Zekat, ister devlet eliyle toplansın isterse mükellef tarafından ödensin, ödeme şekil ve usulüyle ilgili olarak dikkat edilmesi gereken bazı kurallar vardır.

    Kur’an’da, infak edilecek malların iyi vasıfta olması gerektiğine işaret edilmiştir (el-Bakara 2/267). Zekat olarak ödenecek malların da “iyi” vasıfta olmaları gerekir. Ancak, insanların en iyi malarının elinden alınması veya bunu ödemekle yükümlü tutulmaları, insan tabiatına uygun gelmediğini ve bunun başka sıkıntı ve güçlüklere yol açabileceğini bilen Peygamberimiz, Muaz b. Cebel’e verdiği talimatta “Halkın en kıymetli mallarını zekat olarak almaktan sakın” (Buhari, “Zekat”, 1; Müsned, III, 341) diyerek ayette işaret edilen, “iyi vasıf” kaydının “en iyi vasıf” anlamında anlaşılmasının önüne geçmiştir. Zekat borcunu kendi ödemek durumunda olan mükellef de bu borcunu “iyi” vasıfta olan mallarından ödemelidir.

    Ödeme şekliyle ilgili ikinci mesele; “Zekatın zekata tabi maldan ayrılarak mal olarak (aynen) verilmesi şart mıdır, yoksa bu malın para olarak kıymeti de verilebilir mi?” konusudur.

    Fakihler bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Fakihlerin çoğunluğuna göre, zekat borcu ancak zekata tabi olan maldan verilir. Mesela hayvanlar zekata tabi ise zekat borcu bu hayvanlardan, toprak ürünleri zekata tabi ise zekat borcu bu ürünlerden verilmelidir. Onlar bir ibadet olan zekatın nisab, nisbet ve zekat borçlarının nasla sabit olduğunu, daha yararlı olduğu kesin bilinse bile, buna muhalefet etmeye kimsenin yetkisi bulunmadığını ileri sürerler. Ancak Şafiiler ticaret mallarında kıymetin verilebileceği görüşündedirler.

    Hanefiler’e göre zekat borçları, o malların kendilerinden verilebileceği gibi, kıymetleri de verilebilir. Hanefiler zekat borcunun para olarak verilebileceğini söylerken hem hadislere ve hem de zekatın teşri‘ amacına dayanmaktadırlar.

    Hz. Peygamber hayvanların zekat borçlarının ödenmesinde aradaki yaş farklarının iki koyun veya 20 dirhemle kapatılmasını (bk. Buhari, “Zekat”, 37) istemiştir. Ayrıca develerin zekatında beş devede bir koyun zekat verilir. Koyun deve cinsinden değildir.

    Öte yandan, zekatın amacı fakirin ihtiyacını gidermektir. Bu, zekata tabi olan malın kendisinden zekat ödemekle gerçekleşebileceği gibi kıymetinin verilmesi ile de gerçekleşir. Hatta kıymetin verilmesi ile bu amaca daha kolay ulaşıldığı da söylenebilir. Çünkü kıymet (para) insanın çok çeşitli ihtiyaçlarını karşılamaya elverişlidir.

    Zamanımızda, insan ihtiyaçlarının çok farklılaştığı, eğitim, sağlık, barınma gibi ihtiyaçların ön plana çıktığı dikkate alınırsa, Hanefiler’in bu konudaki görüşlerinin daha tercihe şayan, fakirin ihtiyaçlarının giderilmesine daha elverişli olduğu görülür.

    Zekat ister ayni (malın kendisinden) isterse nakdi (para olarak kıymeti) ödensin, toplandığı yerden başka bir yere gönderilmesi caiz midir? Bu konu da fakihler arasında ihtilaflıdır.

    Fakihler, zekatın toplumsal ibadet olma yönünü ve toplumsal denge ve barışı sağlamadaki rolünü dikkate aldıkları için, kural olarak zekatın toplandığı yerden başka bir yere ihtiyaç olmaksızın gönderilmesini hoş karşılamamış iseler de, mesela Hanefiler fakir akrabayı gözetmek, daha muhtaç bir kişiye veya kişilere vermek, alim bir kişiye yahut öğrenciye ulaştırmak gibi amaçlarla zekatın, zekat malının bulunduğu yerden başka bölgelere nakledilmesini caiz görmüşlerdir.

    Şafiiler bu konuda daha sıkı davranarak, zekatın malın bulunduğu yerde dağıtılmasının gerekli olduğunu, ancak o yerde zekatı alacak kimse bulunmadığında başka bir yere nakledilebileceğini söylemişlerdir.

    Malikiler zekatın vacip olduğu yerde veya oraya yakın bölgelerde dağıtılabileceğini, bu yakın bölgenin de sefer hükümlerinin geçerli olduğu mesafeden az olması gerektiğini söylemişlerdir.

    Hanbeliler de, muhtaçlar bulunduğu halde zekatı başka bölgelere gönderenlerin günahkar olacağını, buna rağmen zekatını başka bölgelere gönderenlerin zekat borçlarının ödenmiş sayılacağını ifade etmişlerdir.

    Cumhurun görüşü, bir malın zekatının o malın kazanıldığı ve bulunduğu yerde dağıtılması, böylece o bölge halkının ihtiyaçlarına öncelik verilmesi noktasından hareket eder. Ancak şehirleşmenin ve köyden kentlere göçün hızlandığı, ticaret ve sanayinin belli bölgelerde yoğunlaştığı göz önünde bulundurulursa, zekatın dağılımında ülke genelini, hatta dünyadaki bütün ihtiyaç sahibi müslümanları düşünmek ve mümkün olduğu ölçüde sosyal dengeyi kurmak gerekir. Bu sebeple de, mükelleflerin zekatlarını Hanefiler’in belirttiği ihtiyaç ve sebepler mevcutsa bulundukları yerden başka bölgelere göndermeleri caizdir. Mesela yurt dışında çalışan müslümanların zekatlarını kendi ülkelerindeki fakirlere, şehirlerde oturanların köy ve kasabalarında tanıdıkları ve daha muhtaç olduklarını bildikleri kimselere göndermeleri yerinde olur.

    in Zekat Tags: zekat