Bir kimsenin zekatla yükümlü (mükellef) tutulabilmesi için gereken şartlar, ilmihal dilinde, vücub şartları veya zekatın farziyetinin şartları olarak da anılır. Zekatla yükümlülük için gereken şartların bir kısmı mükellefte, bir kısmı da malda aranan bazı özelliklerdir.

    a) Mükellef ile İlgili Şartlar



    Zekat, İslam’ın beş esası arasında yer alan bir ibadet olması sebebiyle, namaz ve oruçla mükellefiyette söz konusu olan şartlar, ilke olarak, zekatta da aranır. Ancak zekat, sosyal yardımlaşma ve dayanışma içeriği de taşıyan mali bir mükellefiyet olması ve üçüncü şahısların haklarını da ilgilendirmesi sebebiyle, diğer ibadetlerde aranan akıl ve buluğ şartının bunda aranıp aranmayacağı tartışma konusu olmuştur.

    Zekat bir ibadet sayıldığı için, öteden beri, zengin gayri müslim vatandaşların, zekatla yükümlü olmaları hiç gündeme gelmemiş, bunun yerine onlardan başka isimler altında başka vergiler alınmıştır.

    Çocuk ve akıl hastalarının “öşür” denen toprak ürünleri zekatından sorumlu olduklarında görüş birliği bulunmakla birlikte, bunların zekata tabi diğer mallarından zekat alınıp alınmayacağı konusunda farklı iki görüş ileri sürülmüştür. Ebu Hanife akıllı ve baliğ olmayanları, toprak ürünleri ve kamu hukukunun bir parçası olarak alınan zekat türü hariç, zekatla mükellef tutmamıştır. Fakihlerin çoğunluğuna göre ise akıl hastalarının ve çocuğun malları zekata tabidir. Bu borcu veli ve vasileri öderler. Zekat vekaletle yerine getirilebilen mali bir ibadettir. Veli zekatta çocuğun ve akıl hastasının vekilidir. Bu vecibeyi yerine getirmede onun yerini almaktadır, dolayısıyla onlar adına zekat verir.

    Bu iki farklı görüşten, çoğunluğun görüşü daha güçlü ve tercihe şayan görünmektedir. Çünkü zekat netice itibariyle zenginliğin borcudur, topluma karşı bir yükümlülük mahiyetindedir ve sosyal adaletin gerçekleşmesine hizmet etmektedir.

    b) Mal ile İlgili Şartlar

    Kur’an zekata tabi olan mallara genel olarak temas etmiş (bk. et-Tevbe 9/103), Hz. Peygamber de hadislerinde hangi malların ne şartlar içinde zekata tabi olacaklarını belirtmiş, zekat memurlarına vermiş olduğu talimatlarda bu mallardan nasıl ve ne şekilde zekat tahsil edileceğini öğretmiştir. Zekatla ilgili olarak daha sonraki dönemde oluşan fıkıh doktrini de Hz. Peygamber ve sahabe dönemindeki bu uygulama örnekleri etrafında gelişmiştir. Bunun sonucu olarak, bir malın zekata tabi olabilmesi için “tam mülk olma”, “artıcı özelliğe sahip olma”, “nisaba ulaşmış olma”, “tabii ihtiyaçlardan fazla olma”, “üzerinden bir yıl geçmiş olma” gibi şartların arandığı görülür. Ancak bu şartların gerekliliğinin Kur’an’da veya Hz. Peygamber tarafından açıkça zikredilmediğini, fakihlerin ilk dönemlerdeki zekat tahsil örnek ve usullerinden bu sonucu çıkardıklarını burada belirtmek gerekir. Zekat konusundaki klasik fıkıh doktrini bu metotla ve böyle bir süreçte oluşmuştur.

    İslam hukukçularının “mal” kavramıyla ilgili görüşleri, İslam toplumunun ekonomik gelişim seyriyle adeta paralellik arzeder. Hanefiler’e göre mal, insanın malik olduğu ve kendisinden adete uygun olarak yararlandığı her şeydir. Fakihlerin çoğunluğu menfaatleri “mal” kabul ederken Hanefiler karşı görüştedir. Ancak zekat hukuku bakımından Hanefiler’in görüşü daha ağırlıklı görünmektedir.

    1. Tam Mülkiyet. Bir malın zekata tabi olabilmesi için şart olan “tam mülk (el-milkü’t-tam)” tabirinden maksat o malın, hem kendisinin (ayn) hem de menfaatlerinin, sahibinin tasarruf salahiyet ve kudreti altında bulunmasıdır. Yani mal, mükellefin fiilen elinde veya onun tasarrufu altında bulunacak, ona başkalarının hakkı taalluk etmiş olmayacak, o maldan ortaya çıkacak fayda mükellefe ait olacaktır.

    Tam mülk olma şartının zekata tabi mallarda aranmasının başlıca sonuçları şunlardır:

    Fakihlerin çoğuna göre;

    1. Belirli sahibi olmayan mallar zekata tabi değildir. Buna göre halkın yararına sunulan, herkesin istifade ettiği mallar, devletin zekat, vergi ve başka gelirlerinden elde ettiği mallar belirli bir maliki olmadığı için, zekata tabi değildir. Bu mallar bütün topluma aittir ve onlardan bir kısmı da fakirdir.

    2. Fakir, yetim ve kimsesizlerin doyurulması, okutulması, cami, mescid, yol, köprü yapımı gibi amaçlarla hayır kuruluşlarına vakfedilen mallar zekata tabi değildir. Ancak oğluna, ailesine veya falanın oğullarına gibi belirli bir kişi veya kişilere yapılan vakıflar böyle değildir. Böyle vakfedilen mallar zekata tabidir. Çünkü bu durumda vakfedilen malın mülkiyeti vakfedenden vakfedilene geçmekte ve onda sürekli kalmaktadır.

    3. Hırsızlık, gasp, rüşvet, faiz gibi haram yollarla kazanılan -haram malzekata tabi değildir. Çünkü alimler haram malı, elinde bulunduranın mülkünü kabul etmemişler, onda tasarrufu yasaklamışlardır.

    Tam mülk olma şartının Hanefiler’e göre başlıca sonuçları:

    1. Elde bulunmayan ve ele geçeceği de umulmayan malda zekat yoktur. Kimi Hanefiler’e göre ise faydalanılmayan malda da zekat yoktur. Bu ikinci görüşe göre inkar edilen, gasbedilen, düşman tarafından alınan, kaybolan, denize düşen, sahraya gömülüp yeri unutulan, devlet tarafından müsadere edilen mallar tekrar sahipleri tarafından ele geçirilmedikçe zekata tabi değildir. Çünkü bu mallarda elde bulundurma ve tasarruf imkanı yoktur. Yani tam mülkiyet yoktur. Tam mülkiyetin tanımına ilişkin bu görüş farklılığı, ilk imamlardan nakledilen “Malü’d-dımar’da zekat yoktur” sözünde geçen “malü’d-dımar” tabirinin tefsirinden kaynaklanmıştır.

    Şafiiler’e göre ise, malın elde bulunmayışı zekat ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Buna göre gasbedilen, kaybolan, çalınan, denize düşen vb. mallar, sahibinin eline geçince tahakkuk eden bütün zekatları verilmelidir.

    2. Ebu Hanife’ye göre kocasından vadeli mehrini almadıkça kadın zekatla mükellef değildir. Çünkü o mehre nikah akdi ile malik olmuştur, fakat bu noksan mülkiyettir. Kadın mehri teslim almakla ona tam malik olur.

    3. Borçlu, borcuna karşılık olan malından dolayı zekat mükellefi olmaz. Elinde olan bu malın maliki değildir.

    4. Rehin olarak verilen maldan dolayı da mal sahibi zekatla yükümlü olmaz. Çünkü bu mala malik olsa da zilyed değildir. Mal, borcu karşılığı rehin alanın elindedir.

    5. Satın alınıp da teslim alınmamış mallar zekata tabidir. Çünkü alıcı, satım akdi sonucu bir mala tam malik olmuştur. Malın elinde olmaması zekatın alıcıya farz olmasına mani değildir.

    6. Malı yanında olmayan yolcu zekatla mükelleftir. Çünkü o, vekil aracılığı ile malında tasarrufta bulunabilir.

    Alacağın Zekatı: Malın tam mülk olması şartının tabii bir sonucu olarak, bir kimsenin başkasının zimmetindeki alacağı için zekat verip vermeyeceği veya hangi şartlarda vereceği fakihler arasında tartışma konusu olmuştur.

    Fakihlerin çoğunluğuna göre alacaklar iki ana gruba ayrılır: a) Tahsil edileceği umulan alacaklar, yani ödeme imkanına sahip ve borcunu da kabul eden kimsedeki alacaklar zekata tabidir. Alacaklı, her sene diğer malları ile birlikte bu alacağının zekatını da öder. b) Tahsil edileceği umulmayan alacakların ise, ancak elde edilince zekatı verilir. Elde edilince, geçmiş bütün yılların zekatı ödenir diyenler de, sadece son bir yılın zekatı ödenir diyenler de vardır. Hanefi müctehidlerine göre, elde edilmesinin üzerinden bir yıl geçmedikçe bu alacağın zekatı ödenmez.

    Hanefi fakihleri, alacağın zekatı konusunu biraz daha detaylı şekilde ele almışlar ve alacağı üç gruba ayırmışlardır:

    a) Kuvvetli alacak (deyn-i kavi): Borç verilmiş paralar ile ticaret mallarının bedelleri olan alacaklardır. Bunlar borçlular tarafından inkar edilmedikçe, tahsil edildiklerinde geçen senelere ait zekatları da verilmelidir. Fakat mükellef alacağından en az 40 dirhem (yani zekat nisabının 1/5’i kadar miktar) tahsil etmedikçe zekat borcunu ödemek zorunda değildir.

    b) Orta kuvvette alacak (deyn-i mutavassıt): Ev kirası gibi zekat mevzuu olmayan bir malın bedelidir. Bu alacakta da geçen senelerin zekat borcu gerçekleşir, ancak zekat borcunun ödenme mecburiyeti için alacaklının en az 200 dirhem miktarı (nisab miktarı kadar) tahsil etmesi gerekir.

    c) Zayıf alacak (deyn-i zaif): Mal bedeli olmayan -mehir ve diyet gibialacaklardır. Bu tür alacak zekata tabi değildir. Tahsil edildikten sonra diğer şartların gerçekleşmesi ile zekata tabi olur.

    Fakihlerin bu konudaki farklı görüşlerinden hareketle bir özet vermek gerekirse; borçlunun kabul ettiği ve ödeme gücüne sahip olduğu için ödenme ihtimali yüksek olan alacağın her yıl zekatının verilmesi, borçlunun ödeme güçlüğü içinde bulunması veya ödemeyi kabul etmemesi gibi durumlarda ise elde edildikten sonra alacağın zekatının verilmesi uygun olur.

    2. Nema. Bir malın zekata tabi olabilmesi için aranan şartlardan biri de nemadır. Sözlükte “artmak, çoğalmak, gelişmek” anlamlarına gelen nema dini terim olarak iki kısma ayrılır.

    1. Hakiki (gerçek) nema: Bir malın ticaretle, doğum yoluyla veya tarımla artmasıdır. Ticaret malları, hayvanlar ve toprak ürünleri böyledir.

    2. Takdiri (hükmi) nema: Bir malın kendisinde nema imkanının bizzat (potansiyel olarak) mevcut olmasıdır. Altın, gümüş ve parada olduğu gibi.

    Bugünkü anlamda nema, malın sahibine gelir, kar, fayda temin etmesi, yahut kendiliğinden çoğalma ve artma özelliğine sahip bulunmasıdır. Böyle mallara “nami mallar” denilir. Hz. Peygamber’in ve ilk dört halifenin uygulamalarını dikkatle izleyen fakihler, bu devirlerde üzerlerinden zekat tahsil edilen malların artıcı vasfa sahip olduklarını tesbit etmişler ve bu vasfı zekatın vücub şartı saymışlardır.

    Beş sınıf mal zekata tabidir. Bunlar; para (altın, gümüş vb.), ticaret malları, toprak ürünleri, hayvanlar, define ve madenler. Bu mallar incelendiğinde hepsinin nami (artıcı vasıfta) oldukları görülür.

    Altın ve gümüş başta olmak üzere para artıcı vasıftadır. Çünkü mübadele aracı, değer birimidirler. Çalıştırıldıklarında gelir getirir, kar sağlarlar. Saklanmaları ve yatırımdan alıkonulmaları halinde tasarruf aracı özelliklerini korurlar. Bunların zekata tabi kılınması, sahiplerinin dikkatlerini çekmiş ve paranın yatırıma sevkedilmesini teşvik etmiştir.

    Ticaret kar sağlamak, gelir elde etmek için yapılır. O halde ticarete konu olan her mal artıcı vasıftadır.

    Toprak ürünleri ve hayvanlar da bizzat kendileri nami vasfa sahiptir. Toprak ürünleri emek karşılığı toprağın verdiği yeni bir gelirdir. Madenler de böyledir. Hayvanlar ise doğurmak, gelişmek, et ve süt vermek suretiyle artıcı vasıf kazanmaktadırlar.

    Zekata tabi mallarda nema şartı arandığından, bu şartı taşımayan mallar, mesela binek hayvanları, çalıştırılan hayvanlar, oturulan evler ve ev eşyaları, meslek kitapları, mesleki aletler ve benzeri mallar zekata tabi değildir.

    3. İhtiyaç Fazlası Olma. Zekata tabi mallarda aranan şartlardan biri de o malın, mükellefin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin temel ihtiyaç maddelerinin (havaic-i asliyye) dışında olmasıdır.

    İslam’da diğer bedeni ve mali yükümlülüklerde olduğu gibi zekatta da mükellefin değişik açılardan durumu göz önünde bulundurularak kişilere makul, taşınabilir ve anlamlı mükellefiyetler yüklenmiştir. Bu anlayışın bir uzantısı olarak, mükellefin temel ve tabii ihtiyaç maddeleri zekat matrahı dışında tutulmuştur. Kur’an’daki “afvı infak ediniz.” (el-Bakara 2/219) ayetini İslam bilginleri, ‘kazandığınız meşru maldan kendinizin ve aile fertlerinizin tabii ihtiyaçlarından fazlasını infak ediniz’ şeklinde anlamışlardır. Hz. Peygamber de zekatın varlıktan verileceğini beyan etmiştir (Buhari, “Zekat”, 18).

    Bir kimsenin zekatla mükellef tutulabilmesi için zengin olmasının gerektiği açıktır. Bununla birlikte, hangi tür mal ve alacağa sahip olmanın zenginliğin göstergesi sayılacağı hususu, zekat müessesesine bakış açısıyla ilgili olduğu gibi, toplumların telakkileri ve sosyoekonomik şartlarıyla da yakından alakalı bir konudur. Buna bağlı olarak, hangi tür malların temel ihtiyaç maddeleri sayılacağı ve bunu belirlemede ölçünün ne olacağı hususu da İslam bilginleri arasında tartışmalı kalmıştır.

    Esasen ihtiyaç gizli ve kişiseldir. Kişilerin dünyadaki arzu ve ihtiyaçlarına bir sınır getirmek de imkansızdır. Bununla birlikte fakihler, temel ihtiyaç maddelerinin belirlenmesini kişilerin şahsi tercihlerine bırakmayı uygun görmeyip birtakım objektif ve açık ölçüler getirmek istemişlerdir. Çünkü İslam’ın asli ibadetlerinden biri ve sosyal adaleti gerçekleştirmenin de en tabii vasıtası olan zekat mükellefiyetin şartlarını kişilerin dindarlık, diğerkamlık ve fedakarlık duygularına bırakmak yerine bazı objektif ölçüler belirlemek düzenli ve dengeli bir hak ve görev dağılımı açısından vazgeçilmez bir önem taşımaktadır.

    Hanefiler’e göre, kişi ve aile fertleri için gerekli bir yıllık gıda maddeleri, giyecekler, sanat ve meslek aletleri, oturulan ev, ev eşyası, binek aracı, ilim için edinilen kitaplar asli ihtiyaç sayılır.

    Temel ihtiyaçlar kişinin hayatını korumak ve insan onuruna yakışır bir şekilde sürdürmek için muhtaç olduğu şeylerdir. Bir kimsenin yeme, içme, barınma, sağlık, iş ve meslek edinme, seyahat, dinlenme ve eğitim gibi tabii ve temel ihtiyaçlarını içinde yaşadığı toplumun genel iktisadi seviyesine göre lüks ve aşırı sayılmayacak ölçüde gidermesi mümkün ve meşru görünmektedir.

    Asli ve tabii ihtiyaç kavramının ve bu konudaki ölçülerin zamanın, çevrenin ve şartların değişmesi ile değişebileceği doğrudur. Ancak insanın her arzu ettiği şey de zaruri ihtiyaç değildir. İsrafın yaygınlaştığı, insanların adeta her şeyin en iyisini tüketme yarışına girdiği ve lüks eşyanın neredeyse ihtiyaç haline geldiği günümüzde temel ihtiyaç maddelerinin belirlenmesinin kişilerin kendi sosyal çevresine, kültür ve alışkanlıklarına ve kendi tesbitine bırakılmayıp bu konuda toplumun ortak değerlerine ve toplumdaki asgari geçim ve hayat standardına göre bir belirlemeye gidilmesi gerekir. Klasik dönemde fakihlerin ileri sürdüğü ölçüler de bir bakıma -o dönemler itibariyleböyle bir işlev görmüştür.

    4. Nisab. Sözlükte “sınır, işaret, asıl ve kök” anlamlarına gelen nisab kelimesinin terim anlamı; zekatın vücubuna alamet ve ölçü olmak üzere tesbit edilen belirli bir miktardır.

    Zengin olmanın asgari sınırı veya asgari zenginlik ölçüsü diyebileceğimiz nisab, zekata tabi her mal için, Hz. Peygamber tarafından gösterilmiştir. Bu asgari sınırlar bir açıdan o dönem İslam toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermekle birlikte ileri dönemlerde de şer‘i belirleme (mukadderat–ı şer‘iyye) sayılarak zekat nisabı adıyla aynen korunmuştur. Bu itibarla fakihler, toprak ürünleri hariç, zekata tabi bütün mallarda nisabın şart olduğunda görüş birliğine varmışlardır. Hadislerde nisab miktarları şu şekilde gösterilmiştir:

    Gümüşte nisab miktarı 200 dirhem, altında 20 miskal, hayvanlarda 5 deve, 30 sığır, 40 koyun, toprak ürünlerinde ise (cumhura göre) 5 vesktir (=buğdayda 653 kg.). Ebu Hanife’ye göre ise toprak ürünlerinin azı da çoğu da zekata tabidir. Toprak ürünlerinin zekatında nisab aranmaz.

    Nisab miktarlarının belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi usulü, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuş ve bu nisab miktarları “belirlenmiş şer‘i ölçüler” olarak nitelendirilmiştir. Kaynaklar yukarıda ayrı ayrı sayılan ve bugün için aralarında önemli bir değer farkı ortaya çıkmış bulunan nisab miktarlarının Hz. Peygamber döneminde birbirine denk olduklarını belirtir. O dönemde değişik mallar için belirlenen bu nisab miktarının bir ailenin yıllık ortalama harcamaları tutarı, adeta asgari geçim standardı olduğu düşünülecek olursa, günümüzde nisab miktarının karı, koca ve çocuklardan oluşan en küçük bir ailenin yıllık asgari harcamaları tutarı olarak belirlenmesi ve böyle bir ölçünün esas alınması isabetli olur. Aylık ücretlendirmenin geçerli olduğu kesimler için yıllık ortalama yerine aylık ortalama geçim standardının esas alınması ve buna göre bir çözüm getirilmesi yerinde olur.

    Zekat müslümanların zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir. Böyle bir mali mükellefiyetin konabilmesi için toplumda zenginlik sınırının, daha doğrusu asgari hayat ve geçim standardının belirlenmesine ihtiyaç vardır. Modern vergi sistemlerinin, asgari geçim indirimleri tesbit ederek bunları vergi kapsamı dışında saymaları da böyle bir noktadan hareketledir. İslam dini bu durumu kendine özgü ve adil bir şekilde çözüme kavuşturarak toplumda nisab adı altında böyle bir belirlemeye gitmiş, nisabın üstünde gelir ve serveti olanlardan zekat alıp, nisabın altında gelir ve servet sahiplerini zekattan muaf tutmuştur.

    5. Yıllanma. Zekata tabi mallarda aranan şartlardan biri de, o malın üzerinden bir kameri yılın geçmiş olması şartıdır ki buna fıkıh ilminde “havelanü’l-havl” tabir edilir.

    Hz. Peygamber, “Üzerinden bir -kameriyıl geçmedikçe, o malda zekat yoktur” (İbn Mace, “Zekat”, 5) buyurmuştur. Fakihler, Hz. Peygamber ve Hulefa-yi Raşidin devirlerindeki zekat uygulamalarından hareketle altın ve gümüş para, ticaret malları ve hayvanlarda zekatın farz olması için “havelanü’l-havl”i şart koşarlar. Toprak ürünlerinin zekatı hasat mevsimi ödeneceğinden onlarda bu şart bahis konusu değildir. Madenlerin ve definelerin zekatı ise elde edildikleri zaman ödenir; bunların üzerinden bir sene geçme şartı aranmaz.

    Zekata tabi olan malların, “havelanü’l-havl” şartına göre iki grupta toplandığı görülmektedir. Birinci grupta zekatın farziyeti için “üzerinden bir kameri senenin geçmesi” şartı aranan para, ticaret malları ve hayvanlar, ikinci grupta ise bu şartın aranmadığı toprak mahsulleri, maden ve defineler yer alır.

    Zekat mallarından üzerinden bir yıl geçme şartı arananlarla, böyle bir şart koşulmayan mallar arasındaki farkın yorumu şöyle yapılmaktadır: Havelanü’l havle tabi mallar ancak bir senede nemalanır, yani artar, çoğalır, kar ve gelir getirir. Hayvanlar bu müddet içinde yavrulamak suretiyle çoğalır. Ticari yatırımlar kara dönüşebilir. Toprak ürünleri ise hasat mevsimine kadar kendileri gelişme gösterir. Bundan sonra artık eksilmeye doğru gider. Çoğalsın diye elde bulundurulmaz. Madenler de yerden çıkarılıp işlenmekle kar elde edilir. Bu yönüyle madenler, toprak ürünleri gibidir.

    Zekat mallarının bir kısmında sene geçme şartının arandığı bir kısmında aranmadığı konusunda görüş birliğine varan fakihler, zekatın vücub sebebi olan nisabın bu sene içinde ne zaman bulunması gerektiği, ayrıca yeni kazanılan mallarda (mal-i müstefad) süre şartının aranıp aranmayacağı konularında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

    Hanefiler’e göre; bir malda zekatın farz olabilmesi için, o malın hem sene başında ve hem de sene sonunda nisaba ulaşmış olması şarttır. Bir kimse sene başında nisab miktarına ulaşan bir mala sahip olsa, bu mal sene içinde nisabın altına düşse, hatta tamamen tüketilse, fakat sene sonunda yine nisab miktarına ulaşsa, sene sonu hesabıyla zekata tabi olur. Mesela demir ticareti yapan bir tüccarın deposunda sene başında yüz ton demir varken, sene içinde bunların bir kısmını satış yoluyla tüketse ve yerine elli ton demir alsa, sene sonundaki bu demir ile kasa mevcudunun zekatını vermekle mükelleftir.

    Şafiiler’e ve Hanbeliler’e göre; nisabın bütün sene boyunca bulunması gerekir. Bir mal sene içinde nisabın altına düşerse, ona zekat vacip olmaz. Bir kimse sene başında nisab veya nisab miktarını aşan bir mala sahip olsa, sene içinde satış ve hibe gibi yollarla bu mal nisabın altına düşse, o kimse nisab miktarı mala sahip olana kadar zekatla mükellef değildir. Zekat miktarı mala sahip olduğu zaman sene geçme şartı tekrar başlar. Ancak sene içinde elde edilen ticari karlarla, sene içinde doğan hayvanlar bundan müstesnadır. Bunlar ana mallara tabidir.

    Mal-i müstefad; önceden yok iken sonradan ferdin mülkiyetine geçen maldır. Maaş, ücret, ikramiye, geçici kazançlar, bağışlar, miras yoluyla edinilen servet vb. mal-i müstefad kapsamına girer. Bu tür gelirlerle ilgili başlıca hükümler şunlardır:

    1. Mal-i müstefad: Ticaret mallarının karı, hayvanların yavruları gibi sahip olunan malların nemalandırılması sonucu ise, eldeki eski mala eklenir.

    Bir yıl şartı da, eldeki eski malın üzerinden bir yıl geçmesi ile gerçekleşmiş
    olur. Bu konuda fakihler arasında görüş ayrılığı yoktur.

    2. Mal-i müstefad eldeki malın cinsinden değil ise cumhura (fakihlerin çoğunluğuna) göre ayrı hükümdedir. Ne nisabı tamamlamak ne de yıl şartının gerçekleşmesi için eldeki mala eklenir. Mesela nisab miktarı deveye sahip olan bir kimse, yıl içinde sığır satın alsa, sığır için de ayrıca bir yıl beklemesi gerekir.

    3. Mal-i müstefad; ticari karlar ve hayvan ürünlerinin dışında, fakat elde bulunan nisab miktarı malın cinsinden ise; Hanefiler’e göre bu mal eldeki mala eklenerek hepsinin üzerinden bir yıl geçince zekata tabi olur. Mesela 5 milyon liralık demir stoku bulunan tüccarın sene içinde eline satış veya bağış yoluyla 50 milyon liralık demir geçse, sene sonunda 55 milyon liralık mal varlığının zekatını vermesi gerekir.

    Bu konuda Hanefiler’in görüşü ağırlık taşır. Çünkü özellikle günümüzde ticaret sektöründe bir sene içinde pek çok mal el değiştirmekte, kar ve zarar sene sonu hesaplarında ortaya çıkmaktadır. Hangi malın ticareti yapılırsa yapılsın zekatın matrahı sene sonundaki mal varlığı olmalıdır.

    6. Borç Karşılığı Olmama. Zekata tabi mallarda aranan “tam mülk” ve “asli ihtiyaçlardan fazla olma” şartlarının bir gereği de zekata tabi olan malın borç karşılığı olmamasıdır. Ancak alimler, özellikle zahiri mallarda (açık mallarda) borcun zekatın gerçekleşmesine mani olup olmayacağı konusunda farklı fikirler ileri sürmüşlerdir.

    Fakihlerin çoğunluğu “el-emvalü’l-batına” (gizli mallar) adı verilen para ve ticaret mallarının zekatında borcun etkili olacağında ittifak etmişler, “elemvalü’z-zahire” (açık mallar) denilen toprak ürünleri, hayvanlar ve madenlerde ise borcun, zekatın vücubuna mani olup olmadığında ihtilafa düşmüşlerdir.

    Hanefiler’e göre borç üç nevidir:

    1. Şahıslara olan borçlar.

    2. Allah hakkı olarak vacip olup kullar tarafından istenen borçlar. Zekat bu nevidendir.

    3. Kullar tarafından istenmeyen fakat Allah için yerine getirilmesi gereken borçlar. Nezir ve kefaret bu çeşit borçlardandır.

    İlk iki grupta toplanan borçlar zekat mallarının nisabını düşürürlerse, bu mallarda zekat gerçekleşmez. Üçüncü grupta toplanan borçlar, zekatın gerçekleşmesine mani değildir. Ayrıca borç hangi neviden olursa olsun, toprak ürünlerinde zekatın vücubuna mani değildir.

    İmam Şafii’ye göre borç hiçbir malda zekatın vücubuna engel olmaz. İmam Malik’e göre ise sadece parada zekatın vücubuna engeldir, nisabı düşürürse zekat farz olmaz.

    Fakihler arasındaki bu ihtilaf, onların zekatın sırf ibadet mi yoksa malda fakir için gerçekleşen bir hak mı olduğu noktasında farklı değerlendirmelere sahip olmasından kaynaklanmaktadır.

     

    in Zekat Tags: zekat