Bir namazı vaktinde kılmaya eda, vaktinden sonra kılmaya kaza denir. Vaktinde kılınamayan namaza faite çoğulu fevait denir ki, vakti içinde yakalanamamış namaz anlamındadır. Vaktinde kılınamamış namazı ifade için “kaçmış” anlamındaki faite kelimesinin kullanılmış olması, bir müslümanın namazı kasten terketmeyeceğini, vakti içinde eda edeceğini, ancak uyuma ve unutma gibi elde olmayan nedenlerle namazın “kaçmış” olabileceğini hissettirmesi bakımından manidar bir seçimdir.

    A) Sebepler



    Namaz belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken bir farz olduğu için, bir mazeret olmaksızın tembellik ve ihmal yüzünden bile bile namazı vaktinde kılmayan kimse günahkar olur. Hz. Peygamber, uyuyakalma ve unutmayı bir mazeret kabul etmiş ve bu iki sebepten biriyle bir namazın vaktinde kılınamaması durumunda, hatırlanıldığı vakit kılınmasını söylemiştir. Hz. Peygamber’in bu husustaki ifadesi şöyledir: “Biriniz uyuyakalır veya unutur da bir namazı vaktinde kılamaz ise, hatırladığı vakit o namazı kılsın; o vakit, kaçırdığı namazın vaktidir” (Buhari, “Mevakýt”, 37; Müslim, “Mesacid”, 314-316).

    Hadis-i şeriflerde genel olarak namazın sadece uyku ve unutma durumunda, vaktinin haricinde kılınabileceği üzerinde durulmuştur. Bazı bilginler bu iki mazeretin sınırlayıcı olduğunu düşünerek, tembellik ve ihmal yüzünden bilerek ve farkında olarak namazın kılınmaması durumunda, bu namazı kaza etmenin gerekmediği kanaatine varmışlar ve namazı farkında olarak vaktinde kılmayanların, o namazı kaza etme haklarının olmadığını, tövbe ve istiğfar etmeleri gerektiğini öne sürmüşlerdir. Zahiriler’den İbn Hazm ve daha birkaç bilgin bu görüştedir. Bu görüş sahipleri, namazın kendi vaktinde kılınmasının önemini, bu hususa titizlik göstermek gerektiğini ve namazı ihmal ve tembellik sebebiyle bilerek vaktinde kılmamanın içten yapılacak tövbe dışında, telafi edilemez bir günah olduğunu vurgulamışlardır.

    Ancak Hanefiler’in de içinde bulunduğu büyük çoğunluğu oluşturan fakihlere göre; uyku veya unutma gibi insanın iradesini elinden alan bir özür nedeniyle bir namazı kaza etmek gerekince, bilerek kılmama halinde haydi haydi kaza gerekir. Bu görüş sahipleri de, namazı kazaya bırakmanın büyük bir günah olduğunu, bundan dolayı tövbe etmek gerektiğini söylemişler, fakat namaz müslümanın Allah’a karşı olan bir borcu olduğu için, bunu gecikmeli de olsa ödemek durumunda olduğunu dikkate almışlar ve kazayı bir telafi yolu olarak görmüşlerdir. Bu durumda kişi, namazı vaktinde kılmadığı için günahkar olmuştur, fakat daha sonra kaza ettiği için, namazı terketme günahından kurtulmuş veya bu günahının affedilmesi yönünde önemli bir adım atmıştır.

    Vaktinde kılınamamış olan beş vakit farz namazın kazası farz, vitir namazının kazası ise vacip olur. Sünnet namazlar, kural olarak, kaza edilmez. Bununla birlikte bazı durumlarda, başka bir namazın vakti girmediği sürece kaza edilebilir. Mesela sabah namazının farzı ile birlikte sünneti de vaktinde kılınmamışsa, o günün öğle namazı vaktinden önce farz ile birlikte kaza edilir. Yine, öğle namazının ilk sünneti cemaatle farza yetişmek için terkedilecek olsa, farzdan sonra kaza edilebilir. Kazaya kalan ilk sünnetin, farzdan hemen sonra, son sünnetten önce kaza edileceği görüşü fetvaya esas olmuştur. Bununla birlikte son sünnetten sonra kaza edilebileceği görüşü de vardır. Böylece hem bir sünnet vakti içinde iki defa geri bırakılmamış hem de son sünnetin yeri değişmemiş olur. Namazın tertibinin iki defa değişmemesi için bunu uygun görenler de vardır. Cuma namazının ilk dört rek‘at sünneti hakkında da bu öne alma veya geriye bırakma uygulaması geçerlidir. Terkedilen diğer sünnetler kaza edilmez. Başlandıktan sonra her nasılsa tamamlanmadan yarıda kesilen veya bozulan herhangi bir nafile namazın kazası gereklidir ve bu konu sünnetlerin kazası konusuyla ilgili değildir. Mesela öğle namazının son sünnetine başlamış olan kimse cenaze namazını kaçırmamak için bu sünneti yarıda bıraksa, başlanmış bir nafile ibadetin tamamlanması gerektiği için, bu iki rek‘at sünneti kılması sünnet olmaktan çıkar, vacip haline gelir.

    Namaz belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken bir farz olduğu için, bir özür olmaksızın namazın vaktinde kılınmayıp kazaya bırakılması büyük günahtır ve namazı kaza etmek bu günahı kaldırmaz. Kaçırılan namazı kaza etmek, namazı terketme günahını kaldırır, fakat vaktinden sonraya bırakma günahını kaldırmaz. Bunun için ayrıca tövbe ve istiğfar etmek gerekir.

    Meşru bir mazeret sebebiyle namazın kazaya kalması veya bırakılması günah olmaz. Düşman korkusu veya bir ebenin doğum yapacak kadının başından ayrılması halinde çocuğun veya annesinin zarar göreceğinden korkması meşru birer mazerettir. Nitekim Hz. Peygamber Hendek Savaşı’nda namazlarını tehir etmiştir. Abdullah b. Mes‘ud’un bu olaya ilişkin anlatımı şöyledir: “Müşrikler, Hendek Savaşı’nda Resulullah’ı dört vakit namaz kılmaktan alıkoydular. Nihayet, gecenin Allah’ın bildiği kadar bir kısmı geçtikten sonra Bilal ezan okudu ve kamet getirdi; Hz. Peygamber ikindiyi kıldırdı; sonra Bilal kamet getirdi, Hz. Peygamber akşam namazını kıldırdı; sonra kamet getirdi, Hz. Peygamber yatsı namazını kıldırdı” (Buhari, “Mevakýt”, 36, 38; Tecrid-i Sarih Tercümesi, II, 535).

    Bunu mazeret sebebiyle ikiden fazla namazın cem‘i olarak da değerlendirmek mümkündür ve bu örnek saatlerce süren ameliyatlarda doktorlar için bir ruhsat kapısı oluşturmaktadır.

    Uyku ve unutma gibi bir özür sebebiyle namazı geçen kimse günahkar olmaz. Çünkü Hz. Peygamber, uyku sebebiyle namazı kılamadıklarından şikayet edenlere şöyle demiştir: “Uyku ihmal değildir. İhmal ancak uyanıklık halinde olandır. Sizden biri namazını unutur veya uyku yüzünden kılamazsa, hatırladığı zaman onu kılsın” (Müslim, “Mesacid”, 311; Ebu Davud, “Salat”, 11).

    Ancak namazı kaçırmamak için vaktinde uyanmak üzere tedbir almak elbetteki uygun olur.

    Hayız ve nifas hallerinde kadınlardan namaz borcu düşer. Yani kadınlardan bu hallerinde namaz kılmaları istenmediği gibi, bu halde iken kılmadıkları namazları daha sonra kaza etmeleri de istenmemiştir.

    Beş vakit namaz süresince ve daha fazla devam eden akıl hastalığı veya bayılma yahut koma halinde namaz borcu düşer. Ancak bu durumlar beş vakit ve daha az bir müddet devam ederse bakılır: Ayıldığı zaman abdest alıp, iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa o vaktin namazını kaza etmesi gerekir.

    Dinden dönmüş (mürted) kişinin, irtidat süresince veya daha önce kılmadığı namazları kaza etmesi gerekmez. Daha önce hac yapmışsa, yeniden bu görevi eda etmesi gerekir. Müslüman toplumların dışında başka bir toplumda İslam’a giren, yani yabancı bir ülkede müslüman olan kimse namazın farz olduğunu ve nasıl kılındığını öğreninceye kadar mazur sayılır. Çünkü böylesi bir durumda bazı emir ve yasakların ayrıntılarını bilmemek mazeret kabul edilir.

    B) İfa Şekli

    Hanefiler’e göre kazaya kalmış bir namaz, vakti içinde nasıl eda edilecek idiyse daha sonra kaza edilirken o şekilde kılınır. Mesela seferde iken dört rek‘atlı bir namazı kaçıran kimse bunu ister seferde isterse asli vatanına döndükten sonra kaza etsin, iki rek‘at olarak kılar. Aynı mantığın gereği olarak, normal zamanda kazaya kalmış olan dört rek‘atlı bir namazı sefer esnasında kaza edecek olan kişi de sefer haline bakılmaksızın bu namazı dört rek‘at olarak kaza edecektir.

    Şafii ve Hanbeliler’e göre kaza namazı kılınırken, kazanın yapılacağı yer ve zaman dikkate alınır. Seferi olan kimse kazaya kalmış dört rek‘atlı namazı iki rek‘at olarak kaza eder. Bu namazın seferde veya ikamet halinde iken kazaya kalmış olması, hükmü değiştirmez. Seferde kazaya kalan namaz da, ikamet halinde kaza edilince dört rek‘at olarak kılınır. Çünkü kısaltmanın sebebi olan yolculuk kalkmıştır.

    Namazlar kaza edilirken gizli okunacak namazda kıraat gizli yapılır. Açıktan okunacak namazı imam kıldırırsa açıktan okur; tek başına kılınırsa açık veya gizli okumak tercihe kalmıştır.

    Namazı kaza edecek kişi tertip sahibi ise, yani o zamana kadar altı vakit veya daha fazla namazı kazaya kalmamış bir kimse ise, kaza namazı ile vakit namazı arasında sıraya uyması gerekir. Tertip sahibi değilse bu namazı kaza etmeden diğerlerini kılabilir.

    Tertip sahibi olan bir kimsenin bir farz namazını veya Ebu Hanife’ye göre vacip olan vitir namazını özürsüz yere veya hayız, nifas gibi namazı düşüren nitelikte olmayan bir özür sebebiyle vaktinde kılmamış olması halinde bu namazı ilk vakit namazından önce kaza etmesi gerekir. Mesela tertip sahibi kimse sabah namazı vaktinde uyuyup kalsa bu namazı öğle namazından önce kaza etmesi gerekir. Eğer öğle namazını önce kılarsa sıra gözetilmediği için bu namaz İmam Muhammed’e göre fasid olur. Ebu Yusuf’a göre ise namaz fasid olmaz, fakat farzlıktan çıkıp nafileye dönüşmüş olur. Ebu Hanife’ye göre ise bu namazın sıhhati askıdadır. Şöyle ki, kişi bundan sonra o sabah namazını kaza etmeden beş vakit namazını daha eda edecek olursa bu altı vaktin hepsi de sahihe dönüşür. Fakat böyle beş vakit namazını kılmadan kılamadığı o sabah namazını kaza ederse arada kılmış olduğu vakit namazları fasid olup yeniden kılınmaları gerekir.

    Tertip sahibinin sıra gözetmesinin delili, Resulullah’ın Hendek Savaşı’nda dört vakit namazı kılamayınca bunları sıraya koyarak ve vakit namazından önce kılmasıdır. İbn Ömer’in “Sizden her kim bir namazı kılamaz da, ancak imamla birlikte namaz kılarken hatırlarsa namazını tamamlasın. Bundan sonra unuttuğu namazı kılsın. Sonra da imamla birlikte kıldığı namazı iade etsin” (Zeylai, Nasbü’r-raye, II, 62) şeklindeki ifadesi de bu konudaki dayanaklardan biridir.

    Tertip, üç durumda düşer: 1. Kazaya kalan namazların sayısının vitir dışında altı vakit ve daha fazla olması. 2. Vaktin hem kaza hem de vakit namazı kılmaya yetmeyecek kadar sıkışık ve dar olması. 3. Vakit namazının kılınışı sırasında kazaya kalmış namazı olduğunun hatırlanmaması.

    Tertip düştükten sonra, kaza için belirli bir vakit kalmaz; mekruh vakitler dışında istediği zamanda kaza namazı kılınabilir. Mekruh vakitlere girmemesi şartıyla, sabah namazından ve ikindi namazından sonra da kaza kılınabilir.

    Kazaya kalmış namazları kaza ile meşgul olmak, nafile namaz kılmaktan önemli ve önceliklidir. Hanefi mezhebinde tasvip edilen görüşe göre, vakit namazlarıyla birlikte kılınan düzenli nafileler (revatib sünnetler) bunun dışındadır. Yani revatib sünnetlere de riayet gösterilmeli ve bu sünnetler, kaza namazı kılmak gerekçesiyle terkedilmemelidir. Fakat üzerinde kaza namazı bulunan kimselerin bunlar dışında teheccüt, tesbih gibi diğer nafile namazları kılması uygun değildir.

    Üzerinde çok sayıda kaza namazı bulunan, mesela namaza geç yaşlarda başlamış olan kişi, geçmiş namazları kaza ederken “Vaktine yetişip de kılamadığım ilk sabah /ilk öğle /ilk ikindi /ilk akşam /ilk yatsı namazını kılmaya” şeklinde niyet edebileceği gibi, “Vaktine yetişip de kılamadığım son sabah … namazını kılmaya” şeklinde de niyet edebilir. Böylece hangi namazı kaza ettiği bir ölçüde belirli (muayyen) hale gelmiş olur.