Kasem suretiyle yeminin mahiyeti ve hükmü ana hatlarıyla yukarıda özetlendiği gibidir. Bununla birlikte bu tür yemine ilave olarak benzer mahiyette iki yemin çeşidi daha vardır. Bu sebeple de literatürde kasem suretiyle yapılan üç çeşit yeminden söz edilir. Bunlar da “lağv yemini”, “gamus yemini” ve “mün‘akit yemin”dir.

    1. Lağv Yemini. Yanlışlıkla doğru olduğu sanılarak yapılan yemindir. Bir kimsenin borcunu ödediğini sanarak “Borcumu ödedim” diye yemin etmesi böyledir. Ayrıca dil alışkanlığıyla, hiçbir içerik taşımadan vallahi, billahi diye söz arasında edilen yeminler de lağv yemini sayılır. Kur’an’da “Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden (lağv yemininden) dolayı sizi sorumlu tutmaz” (el-Maide 5/89) buyurularak bu tür yeminden dolayı kefaret gerekmediği bildirilmiştir. Ancak ağız alışkanlığıyla konuşurken ikide bir yemin edenlerin bu kötü adeti en kısa sürede bırakması gerekir.



    2. Gamus Yemini. Geçmiş zamanda yapılmış veya yapılmamış bir iş hakkında bile bile, kasten ve yalan yere yapılan yemindir. Bir kimsenin borcunu ödemediğini bildiği halde “ödedim” diye yemin etmesi böyledir. Böyle bir yemin büyük günahtır ve sahibine çok ağır bir vebal yükler. Bu kasıtlı yanlışlığın bağışlanması için kefaret yeterli olmaz; onun için de gamus yemini için kefaret gerekmez. Yalan yere yemin eden kimse bol tövbe ve istiğfarda bulunmalı, bir daha böyle bir hataya düşmemeye karar vermeli, yemin sebebiyle zayi olan hakları da ödeyip sahiplerinden helallik istemelidir.

    İmam Şafii’ye göre gamus yemini için de kefaret gerekir. Ancak bu kefaret kul hakkını düşürmez. Umulur ki Allah hakkının düşmesine, Allah’ın bağışlamasına vesile olur

    Mün‘akit Yemin. Yeminin terim anlamına uyun olan şekli olup, mümkün ve geleceğe ait bir konuda yapılan yemindir. Bir kimsenin şu tarihte borcunu ödeyeceğine, falanca yerde hazır bulunacağına, şu işi yapacağına yemin etmesi gibi. Bu yemin, yukarıda ifade edildiği gibi, yapılacak bir işe Allah’ı şahit tutma demek olup her halükarda yerine getirmelidir. Yerine getirilmezse yemin bozulmuş olur ve kefaret gerekir. Burada kefaret, Allah’a karşı işlenen bir hatanın ve mahcubiyetin yine ibadet cinsinden olumlu bir hareketle örtülmeye, affedilmesine çalışılmasıdır. Kur’an’da konuyla ilgili olarak şöyle buyurulur: “Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeği orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size ayetlerini açıklıyor, umulur ki şükredersiniz” (el-Maide 5/89).

    Allah’ın isim ve sıfatları anılarak yapılan veya bu hükümde görülen bu üç yemin çeşidine ilave olarak fıkıh literatüründe iki yemin türü daha vardır. Birincisi, köle azat etme ve boşamaya bağlanan yemin, diğeri de yargılama hukukunda ispat vasıtası olarak başvurulan yemindir. Her iki konu da sosyal hayatın, aile hukukunun ve beşeri ilişkilerin ele alınacağı ilerideki konularda ayrıca işlenecektir.

    Burada şu kadarını ifade etmek gerekirse, bir kimsenin “Şu işi yaparsam kölem azat olsun”, “Şu yere gidersem karım boş olsun” şeklindeki sözleri azat etme veya boşama iradesini değil o işi yapmama, o yere gitmeme yönünde kararlılığını ıtk veya talak hükmüne bağlayarak teyit ettiğini gösterir. Fakihler bu ve benzeri ifadeleri de bir tür yemin olarak nitelendirirler. Fakat yemin bozulduğunda yani o iş yapıldığında azat etme ve boşama sonucunun mu yoksa kefaret yükümlülüğünün mü gerekeceği aralarında tartışmalıdır. Fakihlerden bu tür sözleri geçersiz sayıp kefaret de gerekmez, boşama da gerçekleşmiş olmaz diyenler de vardır.

    Bu tür sözlerin yemin olarak nitelendirilmesi, azat etme ile boşamanın birlikte ele alınması ve bunlarla teyit edilen hususun gerçekleşmemesi halinde ıtk veya talakın vaki olacağı şeklindeki görüşler, fıkhın klasik doktrininin oluştuğu dönemin evlilik, velayet, mülkiyet, ıtk, talak ve yemin konusundaki telakkileriyle yakından ilgilidir. Bu konuda yapılan tartışmalar da ancak bu sosyokültürel bağlamda anlaşılabilir. İleri dönemde bir kısım fakihin, ıtk ve talaka bağlanarak teyit edilen sözleri yemin sayması, söz yerine getirilmediğinde de kefareti gerekli görmeyip ıtk ve talakı da vaki saymaması, söz konusu kültür ve telakkinin kısmen dışında kalmalarından kaynaklanmış olmalıdır.

    Boşama sözlerinin hukuki değeri ile ilgili konu ileride ayrıntılı olarak ele alınacağından burada bu kısa açıklamayla yetinilmiştir.