VIII. GÜNLÜK HAYAT

    İnanç, ibadet ve muamelat konularının dışında kalıp günlük hayatta sıkça karşılaşılan ve hakkında dinin hükmünün ne olduğu merak edilen davranış ve problemlerin buraya kadar temas edilen konulardan ibaret olmadığı açıktır. Dinin asli kaynaklarında yer alan hüküm ve bilgiler sabit durduğu halde hayatın devamlı değiştiği, her geçen gün farklı inanç ve kültür muhitlerinin oluştuğu ve bu kültürlerle temas edildiği, bilim ve teknolojideki gelişmelerin yeni imkanlar ürettiği göz önünde bulundurulursa, günlük yaşayışın yeni sorunlarıyla dini bilgi arasındaki bu diyalog adeta kaçınılmaz olmaktadır. Burada, günlük hayatta sıkça karşılaşılan ve kimi inanç ve adetler, kimi geleneksel hayat tarzının veya modern toplumun ürettiği problemler, kimi de bireysel özgürlük ve tercih alanında kalan fakat dini bilgiyle de ilişkili olan bazı meselelere temas edilecektir.



    A) Bid‘at ve Hurafeler

    Dini terminolojide bid‘at, dinin aslında olmadığı halde inanç ve ibadet alanında sonradan icat edilen inanış ve davranışları ifade eder. Daha açık bir ifadeyle, Hz. Peygamber zamanında olmayan veya meşru görülmeyen bir inanış, ibadet, dini anlayış ve davranış bid‘at kavramı içinde yer almaktadır.

    İslam dininde temel inanç esasları açıklanmış, fertlerin ibadet hayatıyla ilgili mükellefiyetleri ayrı ayrı bildirilmiş, gerekli ve yeterli düzeyde tutulan bu inanç ve ibadet mükellefiyetinin orijinal şekliyle korunmasının gerektiği, bu alanda yapılacak değişikliğin dini tahrif anlamına geleceği belirtilmiştir. Kur’an’da, Yahudilik ve Hıristiyanlığın bu dinlere yapılan iyi niyetli veya kötü niyetli beşeri müdahaleler sebebiyle bozulduğundan sıkça söz edilmesi de yine bu amaca yönelik bir uyarı niteliğindedir. Dinin özünün ve asli hüviyetinin korunması yönündeki bu vurgular, müslümanların toplumda ortaya çıkan ve geleneksel dini hayatın devamı sayılmayan yeni durumlar karşısında direnç veya hassasiyet göstermesinin de temel amili olmuştur. Bu direnç ve tartışmanın yoğunlaştığı alanlardan birisi de bid’at ve hurafelerdir.

    Kur’an-ı Kerim’de dinin Hz. Mumammed’in risaletiyle birlikte kemale erdirildiği bildirilir (el-Maide 5/3). Bu sebeple Hz. Peygamber’den sonra dinde icat edilen ve uydurulan her şey bid‘at kavramına girmektedir. Bid‘at sünnetin zıttıdır. Geniş anlamıyla sünnet Resul-i Ekrem’den ve ashaptan sahih olarak nakledilen her şeydir. Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Peygamber ya da ashabının dini konularda söylediği, yaptığı veya tasvip ettiği davranışlar bu anlamda sünnet kavramına girmiş olur. Bid‘at da bunların zıddını teşkil eder.

    Bid‘atın kapsamının dini konularla sınırlı olduğu hususunda İslam bilginleri görüş birliğindedir. Bu sebeple inanç ve ibadet hayatının dışında kalan yenilikler bid‘at kavramına girmez. Bazı alimler bid‘atın kapsamını genişleterek müslüman toplumların geleneğinde bulunmayan her yeniliği bid‘at saymaya eğilimli iseler de bu doğru değildir. Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Kim benden sonra terkedilmiş bir sünnetimi diriltirse onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiçbir şey eksiltilmeden. Kim de Allah’ın ve Resulü’nün rızasına uygun düşmeyen bir kötü bid‘at icat ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kişiye günah yükletilir, hem de onların günahlarından hiçbir şey eksiltilmeden” (Müslim, “İlim”, 6; Tirmizi, “İlim”, 16) buyurarak, kötülenen bid‘atı “Allah ve Resulü’nün rızasına uygun düşmeyen kötü bid‘at” diye nitelendirmiştir. Bu durumda dinin ruhuna ve genel prensiplerine aykırı olmayan ve ibadet rengine bürünmeyen adetler bid‘at sayılmazlar. Diğer bir anlatımla, herhangi bir davranış ve anlayış dini yönü bulunmadıkça, iman, ibadet, günah ve sevap çerçevesine sokulmadıkça bid‘at kavramına dahil olmaz. Mesela türbelere horoz ve mum adamak, ölünün başında mum yakmak dinin aslında olmadığı, fakat bunu yapanlarca bir nevi ibadet sayıldığı ve bununla sevap umulduğu için bid‘attır. Buna karşılık hacca giderken deveye değil de uçağa binmek bid‘at olmaz. Çünkü netice itibariyle bir yere en güvenli şekilde ulaşma usulüdür. Aynı şekilde unu elekten geçirmek, yemekte çatal, kaşık, masa kullanmak, otomobile binmek, bilgisayar kullanmak da bid‘at olmaz. Bu tür yeniliklere bid‘at olduğu ileri sürülerek karşı çıkılması, dini bilgiden ziyade fert ve toplum psikolojisiyle açıklanabilir. Bir zamanlar matbaaya bid‘at denilerek karşı çıkılmış olması, geçimini elle yazı yazarak karşılayan sanatkarların ekonomik mücadelesi şeklinde, televizyon, sinema ve futbola karşı çıkılması da içerdiği bazı olumsuzluklara muhafazakar kesimin tepki göstermesi şeklinde anlaşılmalıdır. Konunun dini bir tartışma ortamına itilmesi ise, bu konuda dinin insanlar üzerindeki derin etkisinden yararlanmayı hedeflemiş olmalıdır.

    Müslümanların dini koruma konusunda gösterdikleri hassasiyetin hayatın tabii gelişimine ve normal değişime karşı bir tavır alışa dönüşmemesi için bir kısım İslam bilginleri bid‘atı ikiye ayırmışlar, iyi ve yararlı gördüklerine bid‘at-ı hasene, kötü ve zararlı bulduklarına da bid‘at-ı seyyie adını vermişlerdir. Kur’an-ı Kerim’i bir mushaf içinde toplamak, hadis kitapları yazmak, teravih namazını cemaatle kılmak, kabirlerin üzerine türbe yapmak gibi hususlar da sonradan ortaya çıkmış şeyler olmakla birlikte İslam bilginlerince güzel bid‘at olarak nitelendirilmiş, böylece bu tür yararlı faaliyetlerin sırf Hz. Peygamber döneminde yoktu diye terkedilmesini önlemek istemişlerdir. Günümüzde bir hayli yaygın olan mevlid, hafızlık ve hatim merasimlerinin, camilerin görkemli mimarisinin ve tezyinatının, cemaatle namazda toplu tesbihlerin ve musikinin, ölümü takip eden belli günlerde düzenlenen dini toplantıların katı bir yaklaşımla bid‘at olarak nitelendirilmesi yerine, bu tür adetler dinin asli unsurlarının yerini almadığı sürece, içerdiği yararlar sebebiyle müsamaha ile karşılanması daha isabetli görünmektedir. Buna karşılık ölenin bedeni ve ayni ibadet borçlarını para ile düşürme içerikli bir ıskat ve devirin, yol açtığı yanlış anlayışlar sebebiyle bid‘at grubunda sayılması gerekir. O halde bir davranışın bid‘at olup olmadığı konusunda kesin ve kategorik bir yaklaşımdan ziyade, o davranışın hangi ortamda ne gibi sonuçlar verdiğinin, mahiyet ve gayesinin göz önünde bulundurulması yerinde olur.

    İslam alimlerinin dinin inanç ve ibadet esaslarını korumada kararlı bir çizgi izlediği, bununla birlikte bid‘atlarla mücadele konusunda aralarında tavır farklılıklarının bulunduğu görülür. Öyle anlaşılıyor ki, İslam bilginlerinin farklı bid‘at anlayışları, bid‘ata karşı çok sert veya oldukça müsamahalı yaklaşımları dönemlerindeki dini hayatta gözledikleri olumlu gelişmelerle veya sapmalarla yakından ilgilidir. İslam tarihinin değişik dönem ve bölgelerinde eski din ve geleneklerin, yabancı kültürlerin müslümanları etki altına aldığı, zaman zaman yabancı inanış ve anlayışların müslüman toplumlarda yaygınlaştığı bir vakıadır. Günümüzde de dinin aslında olmayan birçok yanlış inanış ve hurafenin bilgisiz kimselerce dinin gereği veya sevap vesilesi olarak görüldüğü, bu alanın adeta bir kazanç ve sömürü sektörü oluşturduğu bilinmektedir. Bunu önlemenin yolu, İslam dininin iyi öğrenilmesi ve öğretilmesidir. Bu olmadığında dinin yerini batıl inançlar, bid‘at ve hurafeler kolaylıkla doldurabilecektir.

    Diğer taraftan, yukarıda bir kısmına değinilen bütün bu olumsuz görüntülere rağmen, İslam tarihi boyunca müslüman çoğunluk daima istikametini korumuş, dinin ana sınırlarını ve değerlerini ayakta tutmuş, İslam dininin inanç, ibadet ve hukukla ilgili temel hükümlerinde ve temel ahlaki değerlerinde ciddi bir sapma yaşanmamış, İslam’ın öz ve yapısı hiçbir zaman değişmemiştir. Bu da dinin Allah tarafından korunduğunu, İslam toplumlarında bid‘at ve hurafelerin hiçbir zaman dinin aslını tahrif edecek boyuta varmadığını, her zaman toplumsal sağduyunun egemen olduğunu göstermesi yönüyle sevindiricidir.