İnsanın uyku halinde gördüğü düşler de, mevcut bilimsel verilerle açıklanması kolay olmayan, dinler ve çeşitli kültürler tarafından değişik açıklama ve ilgilere konu olan bir muammadır.

    Sebebi ve kaynağı nasıl açıklanırsa açıklansın tarihin hemen her devrinde insanların rüya ile ilgilendiği, onları yorumlayarak manalar çıkarmaya çalıştığı görülür. İlk dönemlere ait birçok kültürde rüyada yaşananların uyanıkken yaşananlar kadar net ve gerçek olduğu var sayılırdı. Eski Mısırlılar, Babilliler ve Asurlular’da rüya tabiri gelenek haline gelmişti. Kahin ve büyücülerin en önemli görevlerinden biri rüyaları yorumlamaktı. Kitab-ı Mukaddes de dahil olmak üzere birçok Ortadoğu ve Asya kaynaklı metinde kehanet içeren rüyalardan bahsedilir.



    Kur’an ve Sünnet’te rüya konusuna sıkça değinilir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Mısır hükümdarının gördüğü rüyalardan söz edilmekte (Yusuf 12/5, 43, 100; el-İsra 17/60; es-Saffat 37/105), Hz. Peygamber’in gördüğü bir rüyanın yüce Allah tarafından doğru çıkarıldığı belirtilmektedir (el-Feth 48/27). Hadislerde ise rüyanın insan hayatındaki yerine ve önemine çeşitli defalar temas edilmiştir. Resulullah’a ilk vahiy uykuda rüya-yı sadıka şeklinde gelmiş ve altı ay müddetle bütün vahiyler rüyada vuku bulmuştur. Bir hadiste yirmi üç yıllık vahiy müddeti içerisindeki altı aylık zaman dilimi kastedilerek “Müminin sadık rüyası nübüvvetin kırk altı cüzünden biridir” buyurulmuş ve “Sadık ve salih rüya vahiy cümlesindendir” denilerek rahmani rüyanın vahiy derecesinde mübarek bir telkin niteliği taşıdığına işaret edilmiştir (Buhari, “Ta‘bir”, 1-5; Müslim, “Rü’ya”, 3-9; Ebu Davud, “Salat”, 148; “Edeb”, 88). Hadis kitaplarında konuyla ilgili özel başlıklar açılarak Resul-i Ekrem’in rüyalarına genişçe yer verilmiştir.

    İslam bilginleri, ayetlerdeki sınırlı bilgilerden, özellikle de Hz. Peygamber’in rüya ile ilgili açıklamalarından hareketle, ayrıca kişisel tecrübe ve bilgilerinin de yardımıyla rüyanın mahiyeti, çeşitleri ve yorumu konusunda zengin bir bilgi birikimi ve literatür oluşturmuşlardır. İslami kaynaklarda üç türlü rüyanın bulunduğu ifade edilir. 1. Rahmani rüya. Buna rüya-yı sadıka, rüya-yı saliha veya sadece “rüya” da denir. Bu tür rüyalar Allah tarafından doğrudan doğruya melekler vasıtasıyla gelen hak telkinlerdir. Hz. Peygamber bunu müjdeleyiciler anlamında “mübeşşirat” diye isimlendirip nübüvvetin kırk altıda biri (1/46) olarak nitelendirmiş, nübüvvetin bitiminden sonra da mübeşşiratın devam edeceğini bildirmiştir (Buhari, “Ta‘bir”, 5; Tirmizi, “Rü’ya”, 2-3; İbn Mace, “Ta‘bir”, 1). Bu tür rüyalar insanlar için yol gösterici ve ışık tutucudur. 2. Şeytani rüya. Şeytanın aldatma, vesvese ve korkutmalarından doğan karışık hayaller, yalan ve batıl düşler, insanı kötülüğe sevkeden telkinlerdir. Bunları anlatmak ve tabir ettirmek tavsiye edilmez. 3. Nefsani rüya. Nefsin hayal ve kuruntuları, uyku esnasındaki dış etkiler ve günlük meşgalelere ilişkin rüyalardır. Rüyada görülen şeyin kısa bir zaman önce uyanık olarak idrak edilmiş olup suretinin hayalde devam etmesi, üzerinde önceden düşünülen veya gelecekte vukuu beklenen türden olması, üşüyen kişinin kar, harareti olan kişinin ateş görmesi gibi mizaç değişikliği ile bağlantılı olması bunun örnekleri olarak sayılabilir.

    İslam bilginleri insanın içinde bulunduğu iç ve dış şartlardan kaynaklanan nefsani rüyanın psikolojik ve fizyolojik şartlarla ilgili olabileceğini kabul etmekte ve peygamberlerin gördüğü sadık rüyaları vahiy kapsamında olduğu için tartışma dışı tutmaktadır. Peygamberler dışında kalan kişilerin gördükleri salih rüyaların kaynağı konusunda ise şu görüşler ileri sürülmektedir: Mu’tezile kelamcıları uyku halinde idrak olamayacağını ileri sürerek rüyada görülenlerin hayal olduğunu iddia ederken, kelamcıların çoğunluğu bunları mana aleminden rü’yet alemine semboller şeklinde indirilen “ilham” olarak değerlendirmektedir. İslam filozofları rüyaları hayal aleminden ortak duyuya düşen suretlerin izlenimleri olarak nitelendirmekte, tasavvuf ehli ise ruhun uykuda misal alemini seyretmesi ve bu esnada gördüklerini uyanınca hatırlaması şeklinde açıklamaktadır.

    Son iki yüzyıl içinde psikoloji, fizyoloji, metabiyoloji gibi modern bilim dallarında önemli gelişmeler kaydedilmiş, bu dönemde rüyanın mahiyeti, kaynağı, içeriği ve süresi gibi konularda yoğunlaşan bilim adamı ve araştırmaların sayısı da bir hayli artmıştır. Bununla birlikte rüyalar deney ve gözleme konu olmadığı ve herkes kişisel tecrübe ve duyumundan yola çıkarak bir tahminde bulunduğu için modern bilimin açıklamaları sınırlı kalmaktadır. Çünkü netice itibariyle rüya da, Allah’ın en güzel şekilde yarattığını beyan ettiği insanın, üzerindeki sır perdesi henüz açılmamış gizemli bir dünyası görünümündedir. Bunun için de bu konuda kişisel izlenimlerle, bir de ayet ve hadislerin verdiği sınırlı bilgilerle yetinmek durumundayız.

    İslam dünyasında da Batı’da da bilginlerin rüyanın kaynağı ve mahiyeti konusuna özel ilgi duyduğu ve bu konuda bazı açıklamalar yapmaya hatta teoriler geliştirmeye çalıştığı, esasen insan merkezli bilimsel araştırmaların her geçen gün daha bir önem kazandığı doğrudur. Ancak geniş halk kesimleri öteden beri rüyanın mahiyetinden çok yorumuyla, yani görülen rüyanın gerçek ve günlük hayatla ilgisinin ne olabileceği konusuyla ilgilenmiştir. Rüya sözlü olarak değil sembollerle görülmektedir. Her varlık ve olay rüyada bir sembol ile ifade edildiğinden, rüyaların yorumu da bu sembollere göre yapılmaktadır. Bu işe de rüyada görülen olayların yorumlanması anlamında rüya tabiri denilir. Zamanla rüya tabiri özel bir uğraşı alanı olmuş, bunu konu alan ve “tabirname” denilen kitaplar telif edilmiştir.

    Kur’an-ı Kerim’de rüyaların yorumu “ta‘birü’r-rü’ya” (Yusuf 12/43), “te’vilü’r-rü’ya” (Yusuf 12/100), “te’vilü’l-ahlam” (Yusuf 12/44), “te’vilü’lehadis” (Yusuf 12/6, 21) ve “ifta” kelimesinin türevleri ile (Yusuf 12/43, 46) ifade edilmekte, Hz. Yusuf’a rüyaların yorumunun öğretildiği (Yusuf 12/6,21), Hz. İbrahim, Hz. Ya’kub ve Hz. Yusuf’un gördükleri rüyaları tabir ederek bu yorum ışığında hareket ettikleri bildirilmektedir (Yusuf 12/4-6; esSaffat 37/102). Kaynaklarda Hz. Peygamber’in sabah namazından sonra “Rüya gören var mı?” diye sorduğu, varsa tabir ettiği kaydedilmekte (Buhari, “Ta‘bir”, 47; Ebu Davud, “İman”, 10, Darimi, “Rü’ya”, 13), eğer kendisi rüya görmüşse anlattığı, ashaptan biri veya kendisinin tabir ettiği, görülen güzel rüyaları anlatıp tabir ettirilmesini hoş karşıladığı, kötü rüyaların anlatılması veya tabir ettirilmesini ise istemediği belirtilmektedir. Sahabe ve sonraki dönem alimleri arasında isabetli rüya tabirleriyle meşhur olmuş birçok şahıs vardır.

    Peygamberimiz’in rüya meselesiyle ilgili olarak üzerinde durduğu bir husus da, kişinin gerçekte görmediği halde, sanki rüya görmüş gibi birtakım şeyler anlatmasıdır. Resul-i Ekrem bu işin çok yanlış olduğunu hatta bazı rivayetlere nazaran kişinin imanının eksikliği veya yokluğu anlamına geleceğini ifade etmiştir. İslam bilginleri görülen bir rüyanın her önüne gelene, hele hele kötümser kimselere anlatılıp, onlara tabir ettirilmesinin yanlışlığı üzerinde durmuşlardır. Rüya tabirine ilişkin olarak söylenecek ilk sözün, rüyayı gören kişinin ruhunda meydana getireceği etkinin önemini kavramış olan bilginlerimiz, rüyanın iyimser, her şeyi hayra yoran kimselere tabir ettirilmesinin uygun olduğunu belirtmişlerdir. Bu anlayışın bir sonucu olarak, “Bir rüya gördüm” diye söze başlayan kişiye, duyan kişi ya da kişilerin hemen “Hayırlara gelsin” temennisinde bulunmaları adeti yerleşmiştir.

    Rüya, özellikle onu gören şahsı ilgilendiren bir hadisedir. Bu sebeple gördüğü rüyanın yorumunu en iyi yapabilecek olan da o şahsın kendisi olmalıdır. Başkasının gördüğü bir rüyayı tabir etmek de kolay değildir. Tabircinin, uyku esnasında görülen sembolleri ve işaretleri ayırt edip, bir karine ile onlarla o şahsın gerçek dünyası arasında ilgi kurması ve onlardan bu yönde bir anlam çıkarması gerekmektedir. Öte yandan her bir rüyanın ve sembolün, rüyayı gören şahsın konumuyla sıkı ilişkisi bulunduğundan bu konuda kategorik ve genellemeci yorumlar da isabetli olmaz. Bu itibarla, günümüzde “rüya tabirleri” adıyla yayımlanan kitapların içeriğinin, rüyanın gerçek manasıyla pek ilgisi yoktur. Bu sebeple rüyanın tabiri, bir bakıma tahmin ve temenni niteliğindedir. Daha sonra gerçekleşen olaylar yapılan rüya tabirine uygun düşerse isabetli bir tabirden, değilse tabirin isabetsiz oluşundan söz edilerek konu kapanır.

    Böyle olunca rüyayı, keşif ve sezgi gibi vasıtalarla birlikte ilham kapsamında mütalaa etmek, ancak ilhamın objektif bir delil değil sadece o şahsı ilgilendiren bir delil olabileceğini unutmamak gerekir. Özetle belirtmek gerekirse, peygamberlerin gördüğü veya tabir ettiği rüyalar dışında kalan rüya ve tabir kesin bilgi ifade etmez. Bu sebeple rüyalarla dini hükmü belirlemek veya geçersiz kılmak ve buna göre de hayatı yönlendirmek caiz değildir. Rüya gibi rüyanın yorumu da rüyayı gören şahsı ilgilendirdiğinden başkalarının bu yorumu esas alarak onun üzerine hüküm bina etmesi uygun olmaz.