İslam Ahlakı



    II. TARİH ve LİTERATÜR

    A) Cahiliye Dönemi Ahlakına Kısa Bir Bakış

    İslam öncesi Araplarının ahlak zihniyeti hakkındaki en önemli kaynaklar Cahiliye şiiri, atasözleri (emsal) ve hitabet örnekleriyle Kur’an, hadisler ve ilk döneme ait diğer İslami belgeler; Roma, Bizans, İran gibi yabancı kaynaklardır. Özellikle Cahiliye şiiri, atasözleri ve hitabet örneklerinden edinilen bilgilere göre Cahiliye edebiyatında ahlak ve bu kelimenin tekili olan hulk nadiren kullanılmıştır. Kabileci Arap toplum yapısında hayatta kalma mücadelesi, aşiret insanının herhalde en temel meşguliyetiydi; bu da büyük ölçüde kabilenin insan ve mal gücü yanında manevi gücüne ve saygınlığına bağlı bulunduğu için özellikle şeref, cesaret ve cömertlik Cahiliye ahlakında bütün erdemlerin en üstünde yer alıyordu; bu erdemler de genellikle mürüvvet (mürue) kavramıyla ifade ediliyordu. Bununla bağlantılı başka bir kavram da asabiyettir.

    a) Mürüvvet, geniş anlamıyla yiğitlik ve mertliğin en ileri düzeyi olarak algılanıyordu. Kısaca “övülmeye değer her şey” demek olan bu kavramın Roma’daki “summum bonum” (hayırların hayırı) tabirinin dengi olduğu düşünülebilir. Cahiliye Arapları’nın anlayışında mürüvvet, başta hilim olmak üzere sabır, bağışlama, misafirperverlik, yoksullara yardım, iyi komşuluk, zayıfları koruma gibi erdemleri kapsamaktaydı. Ancak diğer birçok kavramda olduğu gibi mürüvvette de hayret verici bir anlam sapması olmuş; bu kavram, “kandan başka hiçbir şeyin gideremeyeceği azap verici bir susuzluk” ve “delilik diye anlatılabilecek bir şeref hastalığı” halini almıştı (bk. İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 101).

    Cahiliye dönemi ahlak zihniyetini içeren literatürde, mürüvvet gibi onunla az çok ilgisi bulunan hayır, maruf, hak, şecaat, kerem, seha, cud, vefa vb. ahlaki muhteva taşıyan kavramlar ve bunların zıtlarının kullanımı da oldukça yaygındı. Ancak bütün bu kavramlar ve terimler, yüksek ve evrensel bir ahlak anlayışını ifade etmekten geniş ölçüde uzak olup dünyevi ve kabileci bir karakter taşımaktaydı.

    b) Asabiyet, kısaca kabile üyeleri arasında kayıtsız şartsız dayanışma yasasını ifade etmekte ve Arap’ın hayatına yön veren, ahlaki zihniyet ve değerlerine hakim olan Cahiliye ruhunu yansıtmaktaydı.

    Kişi ve kabile şerefi, dönemin ahlak zihniyetini belirleyen etkenlerden biriydi. Bir kısmına yukarıda işaret edilen erdemlerin temel amacı da kişi ve kabile şerefini arttırmak, insanların hayranlık ve saygısını kazanmaktı. Bu dönemde iyilik için iyilik değil, onur kazanmak için iyilik anlayışı hakimdi. Bu yüzden, çoğunlukla fahr ve tefahur kelimeleriyle ifade edilen kibir, gurur, soyluluk ve üstünlük yarışı, -Kur’an-ı Kerim’de de eleştirici bir surede (Tekasür suresi) bildirildiği üzereonlara zaman zaman kabirlere gidip mezar taşlarıyla övünmek gibi saçmalıklar bile yaptırırdı. Edebiyatın başlıca temalarından birinin “medih” ve “zem” olması da o dönem ahlakının egoist karakterini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. İşte asabiyet, Cahiliye ahlakının, en geniş sınırı kabileyi aşmayan bu egoist karakterini ifade eder.

    Dine fazla bir ilgi duymayan, hatta dönemin hayat anlayışı, inanç ve düşüncesi hakkında en temel kaynak olan şiirde dine ve dini konulara mesela kadın, aşk ve şarap gibi hafif mevzularla medih, zem ve tefahur gibi egoist ve duygusal konulardan daha az yer veren Cahiliye Arapları’nda yine de bir Allah inancı vardı. Bununla birlikte koyu putperestlik, onların Allah’a göstermeleri beklenen saygı ve ilgilerini öldürmüş olup bu durum, dinin insanlarda bıraktığı deruni ve ahlaki tesirden Cahiliye Arapları’nı mahrum etmişti.

    Hürriyet bilinci veya duygusu da Cahiliye Arapları’nın başlıca özelliklerindendir. Bazı araştırmacılar, Cahiliye döneminde kabileyi aşan siyasi birlikler kurulamayışını, onlardaki bu hürriyet ruhuna bağlamışlardır. Ancak onlardaki bu, bencil ve ilkel bir hürriyet idi. İlkel hürriyetin en temel niteliği ise otorite tanımamaktır. Nitekim Cahiliye Arapları böyle bir otorite düzenini her zaman reddetmişlerdir.

    Sonuç olarak Cahiliye döneminin bütün ahlaki erdemlerinin arkasında kişinin veya kabilenin gururu (fahr), şeref (mecd) ve öfke (gazap, hamiyye) duygularını tatmin etme; asalet, cömertlik ve yiğitlikle şöhret kazanma, saygı görme, başka kabileler karşısında hem korku hem de hayranlık duygusu uyandırma arsuzu yatmaktaydı. Esasen bu dönemin, fert ve kabile gururu, kibir ve serkeşlik nitelikleri dolayısıyla cahiliye diye anıldığı, başka birçok delil yanında, Amr b. Külsum’ün Muallaka’sından da açıkça anlaşılmaktadır:

    “Sakın biri bize karşı bir cahillik yapmaya kalkışmasın! Sonra biz cahillikte bütün cahillerden baskın çıkarız!”