Siyasal Hayat



    3. Yargı

    İslam toplumlarının siyaset geleneğinde devletin fonksiyonlarının yasama, yürütme ve yargı şeklinde bir ayırıma tabi tutulmadığı, yürütme, yargı ve sınırlı yasamanın esasen halifenin yetki ve sorumluluk alanına dahil bulunduğu bilinmekle birlikte gerek fiiliyatta gerekse bu alanda kaleme alınan eserlerde çizilen teorik çerçevede yargının ayrı bir fonksiyon olarak algılandığı ve geleneğin de öyle oluştuğu görülür. İlk dönemlerden itibaren yargı, atama yönüyle olmasa da işleyiş ve adaleti sağlayış yönüyle siyasi iradeden bağımsız faaliyette bulunmuş, tarihi tatbikat itibariyle genelde bağımsız bir işleyişe sahip olmuştur. Yargılamada adaletin sağlanması iyi kanundan çok iyi hakim unsuruna dayandığı için, tek hakimli ve tek dereceli yargı sistemi mahzur değil avantaj teşkil etmiş, bununla birlikte gerektiğinde önemli davaların ve yargı kararlarının temyizine ve üst bir merci tarafından denetlenmesine imkan tanınmıştır. Öte yandan, yargı alanında resmi mezhep uygulaması adeta kanun önünde eşitliğin ve yargı adaletinin de güvencesini teşkil etmiştir.

    Sonuç olarak, devletin fonksiyonları arasında yer alan yasama yetkisi ve görevi, İslam toplumlarında nisbeten sınırlı kalmıştır. Kur’an’ın ve bir ölçüde Sünnet’in açık hükümleri, kanun koyucunun da uyması ve koruması gerekli temel esaslar konumunda tutulduğundan İslam toplumunda yasama faaliyeti ancak Kur’an ve Sünnet’in ilke, hüküm ve amaçlarıyla uyum içersinde yürütülebilir. Yürütme de yine İslam’ın genel ilke ve amaçlarıyla bağımlıdır. Bu itibarla İslam toplumlarında meşruiyet, bir yönüyle Kur’an ve Sünnet’e uygunluğa, bir yönüyle de siyasi iradeye dayanır. Bu anlayış, müslüman toplumların totaliter, keyfi, yanılmaz, yargılanmaz bir yönetimin sultası altında olmasını önleyici bir rol üstlenir.